ÇEVİRİ | Lula ikinci bir şans elde edebilecek mi?
Brezilyalı bir eko-sosyalist aktivist ve popüler marksist YouTube kanalı Tese Onze'nin sunucusu Sabrina Fernandes'in Rosa Luxemburg Vakfı'ndan Loren Balhorn ile gerçekleştirdiği bir söyleşi…
Brezilyalı seçmenlerin 2 Ekim'de karşı karşıya kalacakları seçim bundan daha keskin çizgilerle ayrılmış olamazdı: Ya dört yıl daha görev süresi boyunca yüzbinlerce Covid-19 ölümü ve Amazon yağmur ormanlarına yönelik yıkım seviyelerinde rekor görmüş, silah sever, tanrı korkusu olan sağ popülist Jair Bolsonaro ya da 2003'ten 2010'a kadar Brezilya'yı yöneten İşçi Partisi'nin (PT) ikonu Luiz Inácio "Lula" da Silva'nın dönüşü.
Lula'nın iki görev süresi, işçi sınıfı için yaşam standartlarında büyük bir artış ve bir dizi ilerici reforma yol açarken, yolsuzluk suçlamaları ve yerine gelen Dilma Rousseff'e karşı gerçekleştirilen yargı darbesi, sonunda Bolsonaro'yu 2018'de iktidara getiren tepki dinamiğini besledi. Bolsonaro, başkanlığa geldiğinden beri mümkün olduğu kadar özelleştirmeye gitmek, PT iktidarında başlatılan sosyal yardım programlarını geriletmek ve zehirli bir şovenizm ve kin atmosferini beslemek için çok çaba sarf etti. Dört yıl önce düzmece yolsuzluk suçlamalarıyla hapse atıldıktan sonra artık siyasete geri dönen Lula, şimdi "totaliter tehdidi yenmek" ve "Brezilya'yı yeniden inşa etmek ve dönüştürmek" için kampanya yürütüyor. Hafifçe söylemek gerekirse, bu iddialar oldukça cüretkar.
Seçmenlerin sandık başına gitmesine bir aydan biraz daha uzun bir süre kala Brezilyalı eko-sosyalist Sabrina Fernandes, Bolsonaro'nun kötü sicili, ona karşı olan muhalefet ve Brezilya'nın sahip olduğu bu deneyimden solun güçlü hareketler inşa etmek ve devlet iktidarını ele geçirmek hakkında neler öğrenebileceği hakkında Rosa Luxemburg Vakfı'ndan Loren Balhorn ile konuştu.
Brezilya, Bolsonaro'nun dört yıllık yönetimi altında nasıl değişti?
Eski Brezilya başkanlarına bakarsanız, ülkeyi beş yılda 50 yıl geliştirme sözü veren Juscelino Kubitschek vardı. Bolsonaro ile dört yılda 40 yıl geriye gitmişiz gibi geliyor. Verdiği söz bu değildi ama kesinlikle bu sözü yerine getirdi.
Bunu sadece liyakati sayesinde değil, aynı zamanda Dilma Rousseff'e yapılan darbeden sonra geldiği için de yapabildi. Eski geçici cumhurbaşkanı Michel Temer, kemer sıkma politikalarını gündeme getirerek işçi hakları ve emekli maaşlarına yönelik karşı reformlar uygulamaya başlamıştı. Bunun ardından Bolsonaro, kamu şirketlerinin özelleştirilmesi gibi daha da fazla tasfiye planıyla geldi. Bolsonaro'nun ekonomi bakanı Paulo Guedes, destekçileri tarafından genel olarak başarılı bir bakan olarak ele alınıyor ama aslında Brezilya postanesi Correios veya Brezilya ulusal petrol şirketi Petrobras gibi özelleştirmek istedikleri daha fazla şirket vardı.
Pandemi vurduğunda Bolsonaro iktidara ne için geldiğini açıkça gösterdi -devletin, insanların ihtiyaçlarını sağlamadığından emin olmak. Brezilya'nın sağlık sistemi, kamu ve özel sektör arasında bölünmüş durumda ve pandemi, kamu sağlık hizmetlerinin gücünü gösterme zamanı olmalıydı. Ancak Temer altında uygulanan ve Bolsonaro tarafından sürdürülen kemer sıkma planı nedeniyle hükümet, böyle bir şey için yeterli miktarda paranın olmadığını iddia etti. Kemer sıkma planı Bolsonaro seçilmeden önce uygulamaya kondu ama demokratik yollarla seçildiğini iddia ederek onu derinleştirmek için güçlü bir yetkiyle iktidara geldi.
Demokratik yollarla seçildiğini 'iddia etmek'? Seçimi adil bir şekilde kazandı, değil mi?
Evet ama 2018 seçimlerinin çok fazla yolsuzluk ve daha önce görmediğimiz düzeyde sahte haber dolaşımını içerdiğini vurgulamak gerçekten önemli. Bolsonaro, seçmenleri maniple etmek için Steve Bannon'un taktiklerini uyguladı. Bu anlamda, seçim mekaniği adildi, insanlar gerçekten Bolsonaro'ya oy verdi ancak kampanyanın kendisi demokratik ilkelere bir saldırıyı temsil ediyordu.
Bolsonaro'nun tutarlı bir ideolojik gündemi olduğunu mu söylersiniz, yoksa o daha çok Brezilya sermayesinin buyruklarını yerine getiren sağcı bir fırsatçı mı?
Bolsonaro en kolay bir liberal muhafazakar olarak tanımlanabilir, ki bu oldukça komik çünkü son dört yıldır Brezilyalı muhafazakarlar ve liberaller arasında, onu sevip sevmemelerine bağlı olarak bir tarafın "Hayır, o bizimle değil. O bir muhafazakar", diğerlerinin ise "Hayır bizden değil çünkü yeterince muhafazakar değil" dediği bir kavga dönüyor.
Ona faşist mi demeliyiz, proto-faşist, neo-faşist veya benzeri bir şey mi demeliyiz tartışması daha çok akademik bir mesele. Bolsonaro'nun kesinlikle faşist tahayyüle uyduğunu söyleyebilirim: Neo-Nazi bir destek tabanına sahip ve geçtiğimiz yıllarda Brezilya'da neo-Nazi gruplarında bir artış gördük. Klasik faşistler Bolsonaro'yu çok seviyor ve o bu onayı benimsememek adına kesinlikle hiçbir şey yapmadı. Örneğin dini, evanjelik Hristiyan söylemiyle kitlelere hitap etme şekli gibi ideolojik platformunun bazı unsurları klasik faşizmle benzerlikler taşır.
Ama aynı zamanda büyük bir korumacı da değil. Ekonomik gündemi gerçekten emperyalist güçlere oynamakla ilgili. Trump ile olan bağlantısı bu konuda önemliydi. Trump ABD başkanıyken Bolsonaro, ABD'yi Brezilya'nın bölgedeki ana müttefiki şeklinde görerek gerçekten ona bir bağlılık hissediyordu. Pembe Dalga'dan çıkıyorduk. Arjantin ve Şili, ardından Bolivya'daki darbe ile birlikte Latin Amerika'da birçok sağcı hükümet iktidara geliyordu ve Bolsonaro kendini bu örüntünün bir parçası olarak gördü.
Uluslararası kapitalist sınıf söz konusu olduğunda Bolsonaro, Brezilya şirketlerindeki yabancı hissedarların menfaatini düşündü ve yabancı yatırımcıların Brezilya topraklarına erişimini olanaklı kıldı. Ancak Brezilya geleneksel elit tabakası, özellikle de tarım ticareti yapanlar, muhtemelen saydıklarımın hepsinden daha mutluydu. Bolsonaro geleneksel bir korumacı olmasa da, her zaman ulusal kapitalist sınıfın çıkarlarına hizmet etti.
İşçiler onun başkanlığından nasıl etkilendi? Lula hükümetinin toplumsal başarıları tersine mi döndürüldü?
Lula'nın ilk dönemindeki en büyük zaferlerinden biri açlıkla mücadele programıydı. Brezilya'nın tarihsel olarak gıda güvencesizliği ile ilgili büyük bir sorunu vardı ve Lula bununla mücadeleyi bir öncelik haline getirdi. Okullardaki gıda programlarını birleştiren ve gıda fiyatlarını, kredileri ve nakit transferlerini düzenlemeye yardımcı olmak için ulusal stokları genişleten Fome Zero veya "Sıfır Açlık" adlı bir program başlattı. Lula bu girişimlerden çok gurur duyuyor ve Bolsa Família muhtemelen dünyadaki en başarılı koşullu nakit transferi programı, o kadar ki Dünya Bankası bunu bir model olarak kullanıyor. Çok radikal olmayabilirdi ama çok önemliydi.
Şimdi Bolsonaro yönetiminde Brezilya, derin bir gıda güvencesizliği durumuna geri döndü. Bu durum verilere hali hazırda yansıyor ama etrafa bir göz atabilir ve yemek için çöp tenekelerini karıştıran, et almaya güçleri yetmediği için kasap dükkanlarının arkasında kemik toplayan çok daha fazla insan olduğunu görebilirsiniz.
Yerli liderlere karşı gerçekleştirilen suikastlar de arttı. Brezilya, çevreciler ve yerli aktivistler için her zaman oldukça tehlikeli bir yer olmuştur, ancak Bolsonaro döneminde bu daha da kötüleşti. Bu kötüleşmeyi genel olarak doğanın tahribinde de görebiliriz: Amazon yağmur ormanları eskiden bir karbon yutağıydı ancak şimdi arazi kullanımındaki değişiklikler ve ormansızlaştırma nedeniyle net bir yayıcı haline geldi. Bolsonaro bundan büyük ölçüde sorumlu. Kadın cinayetleri ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet oranları da şimdi endişe verici derecede yüksek.
Her açıdan insanların hayatlarında kötüye gidiş olduğunu görebiliyoruz. Bu kötüye gidiş yalnızca pandemi sırasında ölen 600 binden fazla insan ya da Bolsonaro'nun aşıyı tedarik etmekteki gecikmesi ya da virüsün yayılmasını durdurmak için uygun önlemleri almayı reddetmesinden değil, bu aynı zamanda birçok yönden nekropolitika üzerine kurulmuş bir hükümetteki faktörlerin bir kombinasyonunun sonucudur.
Bolsonaro Brezilya'nın başına böyle büyük bir felaket olduysa, yükselişini nasıl açıklayabiliriz? Bir zamanlar çok popüler ve başarılı olan bir koalisyonu nasıl yenebildi?
Pembe Dalga ve o zamanki emtia patlaması etrafındaki birçok analize bağlanan ortak bir açıklama var. Bu hükümetler gelirin yeniden dağılımı konusunda çok istekliydiler ancak ekonomik pasta büyüdüğü için, bu yeniden dağılımın yanında rekor düzeyde yüksek karlar bir arada var olabilir. Bu, elitlerin bir kısmının sosyal programlara karşı oldukça rahat olduğu anlamına geliyordu, çünkü aynı zamanda onlar da kazanıyorlardı. Ekonomik kriz vurduğunda aynı kapitalistler, karlarını korumak için oyunu değiştirmeye çalıştı.
Bu kesinlikle hikayenin bir parçası, ama bence bundan daha fazlası var. Bolsonaro'yu anlamak için muhafazakarlık ve PT hükümetinin ilerici politikalarına kızgın, köktendinci Hristiyan liderlerin rolü hakkında konuşmamız gerekiyor. Örneğin, Afro-Brezilya hareketi uzun süredir bazıları PT altında uygulanan pozitif ayrımcılık politikaları için kampanyalar yürütüyordu. Bu, tabiri caizse arı kovanına çomak sokup orta sınıfın bazı bölümlerinin kendileri hakkında ne düşündüklerini değiştirmeye yetti.
Nasıl yani?
İşçi Partisi bir demokratikleşme projesidir ama aynı zamanda işçi sınıfının bilincini yükseltme projesiydi de. Zamanla, parti bunun bir kısmını kaybederken orta sınıfın bir kısmı da kendilerini işçi sınıfından ayrı görmeye başladı.
Muhafazakarlık ve Brezilya toplumunun belirli kesimlerinin sahip olduğu tarihsel ayrıcalıklar da bunların gerçekleşmesinde rol oynadı. Bazı insanlar, onların evlerini temizleyen insanların artık daha fazla haklara sahip olduğunu ve onlarla aynı alışveriş merkezlerinde dolaşacaklarını görünce rahatsız hissetti. Bu, orta sınıfın bazı kesimleri ve hatta işçi sınıfının bir kısmı arasında, daha sonra hükümetin yolsuzluk iddialarıyla daha da güçlenen kızgınlığı besledi.
Bu durum, Batı Avrupa'daki sosyal demokrat partilerin klasik ikilemine çok benziyor: Başarılı sosyal demokrat politikalar işçilerin yaşam standartlarını ve fırsatlarını yükseltirken, git gide daha fazla işçinin orta sınıfa yükselmesiyle sosyal demokrasiyi iktidara getiren işçi sınıfı tabanı giderek yıpranmaya başlıyor.
Sanırım bununla ilgili, evet ama biz, sosyal hareketliliğin bir arabaya sahip olmaktan daha fazlasını ifade ettiği, yani günde üç öğün yemek yemek anlamına geldiği kapitalizmin sınırlarındaki ülkelerden bahsediyoruz. Sosyal hareketlilik ile ilgili oldukça güçlü olan çok temel şeyler var. Ancak bir sosyal hareketlilik projesini, işçi sınıfının örgütlenmesi bir yana, işçi sınıfı kazanımlarıyla ilişkilendirmezseniz ideolojik olarak insanları kaybetmeye başlarsınız.
Lula arkasına nasıl bir koalisyon aldı ve halka nasıl bir mesaj veriyor?
Lula'nın, PT adayı Fernando Haddad'ın Brezilya Komünist Partisi'nden Manuela d'Ávila ile birlikte yarıştığı 2018'de olduğu gibi, "saf" bir sol kanat biletiyle kazanamayacağı çok açıktı. Merkez sağdan birini seçmek zorundalardı. Benim için mesele -beklediğim gibi- merkez sağdan birini seçmeleri değil ama özellikle seçtikleri kişi: Geraldo Alckmin. Dört dönem São Paulo eyaletinin valisi olarak görev yaptı ve birçok yolsuzlukla bağlantıları olduğu ortaya çıktı. Ayrıca, PT'nin ana muhaliflerinden biri olan, sola karşı karalama kampanyaları başlatan ve sahte haberler diye bir şey daha yokken sahte haberleri teşvik etmeye yardımcı olan bir partiye mensup.
Brezilya solundaki pek çok insan Alckmin'in kazanmak için gerekli olduğuna inanıyor, bu inanç sadece Lula'ya veya İşçi Partisi içindeki küçük bir grup insana ait değil. Lula'nın toplumsal hareket tabanının bir kısmı, Alckmin'in böyle bir konumda bulunmasından gayet memnun. Bu koalisyonun gidişatını görmemiz gerekecek ama özellikle São Paulo eyaletinde, yoksul toplulukların onun yönetimi altında gerçekten acı çektiğini hesaba kattığımızda, böyle bir koalisyon Lula'ya zarar veriyor. Öğretmen sendikaları greve gittiğinde polis tarafından dövüldü. "Bakın, bu adamın size iyi davranmadığını biliyorum ama onunla muhatap olmak zorundasınız çünkü kazanmamız için gereken kişi bu" dediğinizde bir güvenirlik sorununun ortaya çıktığını düşünüyorum.
Lula'nın arkasındaki koalisyon, daha çok Bolsonaro ile savaşmaya odaklanmış durumda. Lula'nın ana rakibi Bolsonaro değil de başka bir ılımlı merkez sağa mensup bir kişi -belki de 2006'da Lula'ya karşı yarışan Alckmin'in kendisi bile- olsaydı aynı stratejiyi benimsemeyebilirdi. Ama şimdi mesele Bolsonaro'yu defetmek olduğuna göre insanların, sadece Bolsonaro'nun kovulduğundan emin olmak için siyasi ılımlılık düzeyi de dahil olmak üzere kampanyayla ilgili belli başlı şeyleri kabul etme eğilimi var.
PT'nin içerisinden bir sol kanat ayrılığı olarak başlayan ve solun en büyük güçlerinden biri haline gelen Sosyalizm ve Özgürlük Partisi (PSOL) bu sefer Lula'yı destekliyor. Peki ya radikal solun geri kalanı?
Brezilya solu çok parçalanmış durumda. Örneğin, daha geleneksel bir marksist leninist parti olan Brezilya Komünist Partisi'ne (PCdoB) kıyasla oldukça ılımlı olan Brezilya Komünist Partisi'ne (PCB) sahibiz. PCB, uzun süredir PT'ye çok yakın bir şekilde hareket ediyor ve PT hükümetlerinin de bir parçasıydı.
Özellikle Bolsonaro döneminde, PT ve PSOL arasında bir miktar yakınlaşma oldu. Bu, Bolsonaro'ya karşı güçlü bir ittifak kurmak açısından mantıklı ama aynı zamanda bu durum, PSOL içinde gerilimler yarattı ve bunun sonucunda bazı insanlar PSOL'den ayrıldı. Ama buna rağmen genel olarak üye sayısı arttı. PT'ye kıyasla hala oldukça küçük ancak toplumun belirli alanlarında daha yaygın hale geldi.
PCdoB ve Lula'nın daha ilk döneminden çok önce ayrılan Troçkist bir parti olan Birleşik İşçi Sosyalist Partisi (PSTU) da dahil olmak üzere radikal soldaki üç küçük parti kendi adaylarını çıkarıyor. Diğer herkes ise Lula'yı destekliyor. Seçimleri gerçekten etkilemeyecekler çünkü bir fark yaratmak için yeterli desteğe sahip değiller ancak bu, Brezilya'daki sosyalizm ve komünizm hakkındaki kamusal tartışmaların artışını yansıtıyor. Bolsonaro döneminde antikomünizm nasıl yayıldıysa komünist fikirler de aynı derecede yaygınlaştı.
Sizce PT'nin solcu çoğunluk oluşturma konusundaki geçmiş başarısından çıkarılabilecek dersler var mı?
Brezilya'da sahip olduğumuz temel sorunlardan biri, siyasetimizin inşa ettiğimiz kurumlar (sendikalar, partiler ve toplumsal hareketler) etrafında dönmesi ve bu projelerin toplumun geri kalanında olumlu bir yankının nasıl uyandırabileceği konusuna ise o kadar önem verilmemesi. Genellikle zorluklardan biri, temelde kendini yiyen bir sola sahip olmamız. Aynı taban için savaşıyoruz ama o tabanı büyütmekle pek ilgilenmiyoruz. Bu da genellikle tabanımızın gerçekten büyük olduğu çünkü insanları seçtirebildiğimiz fikriyle bağlantılı, ne de olsa İşçi Partisi'ne bir bakın, değil mi? Bu bağlamda, bir seçmen tabanı ile gerçek bir halk tabanı arasındaki farka dair bir kafa karışıklığı mevcut.
Solun bundan ders çıkarıp çıkarmadığından emin değilim, özellikle Lula geri dönerse ve insanlar bir seçim tabanının yeterli olduğu fikrine yeniden alışırlarsa. Ama bu durum, en azından PT liderliğinin bazı kısımlarının farkında olduğu bir şey. Lula'nın daha cesur tasarılarının bazılarını uygulamak istiyorlarsa insanları sokaklara geri döndürmeleri gerekecek. Harekete geçmek zorunda kalacaklar. Dilma Rousseff, darbeye karşı zamanında daha fazla insanı harekete geçirmemiz gerektiğini anlamamız açısından, yaptıklarımız üzerinde derincesine düşünme ve neredeyse bir özeleştiri sürecinin anahtar ismi olmuştur: İktidara geldiğimizde, seferberlik yoluyla yönettiğimizden emin olmalıyız. Bu mesajın özellikle Rousseff'ten gelmesinin oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.
Bolivya, Kolombiya ve başka yerlerdeki bir dizi seçim zaferinin ardından, bir Lula zaferinin Latin Amerika üzerinde nasıl bir etkisi olacaktır?
Lula'nın çok yetenekli bir politikacı olması da Latin Amerika entegrasyonu açısından çok etkili bir faktör. Kazanırsa ve bunun ardından bir darbenin gelmediğini varsayarsak, yeni ilerici hükümetler arasındaki ilişkileri güçlendirmek ve bazı gerilimlere arabuluculuk yapmak için bu çok önemli olacak. Örneğin, Gabriel Boric'in Şili'deki hükümetiyle Nicolas Maduro'nun Venezuela'daki hükümeti arasında kesinlikle bir gerilim mevcut ve bence Lula bu konuda yardımcı olabilir.
Lula ayrıca Latin Amerika ve Karayip Devletleri Topluluğu gibi bölgedeki alternatif yönetim organları etrafındaki görüşmeler ve kıtadaki ABD hegemonyasına karşı muhalefet için anahtar bir rol oynuyor. Ancak etkisi Latin Amerika'nın çok ötesine kadar uzuyor. Lula, BRICS ve diğer ortaklıkları içeren Güney-Güney işbirliği konusunda gerçekten ilgili ve istekli. Aynı zamanda, özellikle Bolsonaro'nun yönetiminin çok kötü olması sebebiyle Avrupa ve ABD'de de saygı görüyor.
Rosa Luxemburg Vakfı'nın Otoriterlik ve Karşı Stratejiler üzerine Uluslararası Araştırma Grubu'nda birkaç yıldır doktora sonrası araştırmacı olarak yer alıyorsunuz. Küresel otoriter bir eğilimin ne dereceye kadar var olduğu söylenebilir? ABD'de, Brezilya'da ve mesela Türkiye'de yaşananlar arasında net paralellikler görebilir miyiz?
Her zaman karşılaştırma yapma ve paralellik kurma eğilimimiz vardır. Örneğin Kolombiya seçimleri sırasında birçok kişi Rodolfo Hernández'in, Kolombiyalı Bolsonaro veya Trump olduğunu söyledi. Filipinler, Hindistan veya Türkiye'ye de benzer paralellikler çizebiliriz. Bunu yapmak bir sorun değil ancak arkasındaki mekaniği anlamak biraz farklı.
Tüm bu ülkelerin, sosyal medyayı nasıl kullandıkları gibi aralarında doğrudan ilişkiler olduğunu biliyoruz. Bu bir tesadüf değil, sadece birbirlerini de kopyalamıyorlar. Böyle olmasına sebebiyet veren ilgili şirketler ve eğitimler var.
Aynı zamanda tüm bu hareketler arasında da gerçek ilişkiler var. Birleşik bir küresel aşırı sağ ittifakı var diyebileceğimiz bir noktada değiliz ama kesinlikle birbirleriyle iletişim halindeler. En iyi sonuç veren uygulamaları birbirleriyle paylaşıyorlar ve doğrudan ortaklıkları var. Bolsonaro ile kendisini Venezuela'nın geçici başkanı ilan etmeye çalışan Juan Guaidó arasında açıkça bağlantılar vardı.
Bu sadece Latin Amerika'da olan bir şey değil, bu küresel bir fenomen. Paralelliklere bakarken işimiz sadece karşılaştırma yapmak değil, aynı zamanda bu ilişkileri derinlemesine incelemek ve birbirlerini nasıl beslediklerini anlamak. Bence bu, araştırma grubumuzla oldukça iyi bir şekilde yapabildiğimiz bir şey.
Bolsonaro gibi bir figürün yenilgisinin dünyadaki benzer liderler için de etkileri olur mu?
Elbette simgesel implikasyonları var ama Bolsonaro'yu yenmenin Bolsonarizmi yenmek olmadığını anlamak önemli. Bolsonaro'nun arkasında, hala kavramaya çalıştığımız daha büyük bir fenomen var. Bolsonaro'nun seçimi kaybetmesi, aşırı sağın ara vereceği anlamına gelmiyor.
*Sabrina Fernandes'in Rosa Luxemburg Vakfı'ndan Loren Balhorn ile gerçekleştirdiği söyleşi Deniz Karadağ tarafından ETHA için Türkçeye çevrilmiştir. Yazının aslına buradan ulaşabilirsiniz.