ÇEVİRİ | Kapanmadan çıkış, uzun bunalıma dönüş
Salgın küresel kapitalizmi topyekün kapanmaya iten küresel bir resesyonu tetikledi ancak krizden çıkış herkes için aynı olmadı. Spectre'den Ashley Smith, Marksist iktisatçı Michael Roberts ile kapitalizmin hastalığının kökensel nedenlerini, toparlanmanın biçimlerini, çelişkilerini ve kamu harcamalarının büyüme ve karlılık üzerindeki etkileri üzerine Marksistler ve Keynesçiler arasında bulunan görüş ayrılıklarını konuştu.
Bazı ülkelerin salgının tetiklediği resesyondan çıktığını görüyoruz. ABD'den AB'ye, Çin'e ve gelişmekte olan ülkelere kadar dünya sisteminin çeşitli yerlerinde gördüğünüz toparlanma ve durgunluk verilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
2020-21'de Covid'in yarattığı çöküş, temelde Covid-19 virüsünün küresel yayılmasından ve büyük ekonomilerin hükümetlerinin (birkaç istisna dışında) bu yayılmayı önlemedeki başarısızlığından kaynaklanan arz-yönlü bir şoktu. Sağlık sistemleri zaten zayıflamıştı. Buna ek olarak, önlem alınmada geç kalınmıştı ve alınan önlemler de beceriksizceydi. Karantina ve izolasyon önlemleri felaketten kaçınmanın tek yolu haline geldiği için ekonomiler kapanmak zorunda kaldı. Ekonomik olarak, bu, arzın durması anlamına geliyordu. Ardından insanların işten çıkarılması ve işletmelerin çökmesi talepte de bir çöküşe yol açtı.
Ancak şu anda çoğu büyük ekonomide az ya da çok bir toparlanma var. Önde gelen gelişmiş ekonomilerde hükümetler talebi canlandırmak için devasa kamu harcamaları yaptı, merkez bankaları da kredi enjeksiyonları yoluyla işletmeleri (özellikle büyük olanları) destekledi. Sokağa çıkma kısıtlamaları ve etkili aşıların (kamu tarafından finanse edilen bilim sayesinde) inanılmaz derecede hızlı geliştirilip kullanıma sunulması ile birlikte de büyük ekonomiler toparlanmaya başladı.
Ancak G7 ekonomilerindeki bu toparlanma bir doping etkisidir. Mali teşvikler ve tarihi ucuzluktaki kredi imkanları kapitalist işletmelere ve hanehalkı harcamalarına enerji takviyesi yapmıştır.
Salgın sırasında kapitalizmin bazı kesimleri hiç sıkıntı yaşamadı. Tam tersine, örneğin sosyal medya ve teknoloji sektörü, mega dağıtım şirketleri ve büyük ilaç tekelleri devasa kazançlar elde etti.
Hanehalkının daha iyi durumda olan kesimleri de maaş almaya devam ettikleri, evden çalışabildikleri ve önemli ölçüde gelir tasarrufu sağladıkları için (en azından maddi olarak) daha az zarar gördü. Bu kesimler Covid sonrası yaşam tarzlarını değiştirmeye çalıştıkları için konutta bir talep patlaması yaşandı.
Öte yandan, sıfır faiz oranları ve ucuz kredi finansal kurumların finansal piyasalarda vurgun yapmasına, hisse senedi ve tahvil piyasalarının tarihi zirvelere ulaşması da milyarderlerin servetinin katlanmasına yol açtı.
Ancak şehirlerde ve düşük ücretli hizmet sektörlerinde çalışan kol emekçileri için salgınla gelen çöküş tam bir felaket oldu. İyileşme sürecinde onlar için "normale" dönme olasılığı da çok az oldu.
2021-2022'de en iyi toparlananlar gelişmiş kapitalist ekonomiler ve Doğu Asya ülkeleri oldu. Küresel Güney denen kesim ise rekor düzeye ulaşan ölümler ve işsizlik ve yoksulluk seviyelerinde yaşanan devasa artış ile salgından büyük zarar gördü. Hükümetlerden gelen mali destek zaten sınırlıydı. Aşıların kullanıma sunulması da uzun zaman alacağı için ekonomileri tekrar hareketlendirmek mümkün olmadı. Tahminler, bu ülkelerde hedeflenen aşılama seviyelerine 2023-2024 yılına kadar ulaşılamayacağı yönünde!
Batı ve Çin gibi büyük kapitalist ekonomilerin bu yılın sonunda veya 2022'nin başında salgın öncesi ulusal üretim seviyelerine geri döneceğini, ancak Latin Amerika, Afrika ve Güney Asya'nın bunu başaramadığını göreceğiz.
Bu ekonomilerdeki toparlanmanın zayıflıkları ve çelişkileri nelerdir?
Salgın öncesinde dünya ekonomisi yavaşlıyordu. G7'deki reel GSYİH büyüme oranları sadece yüzde 1 ya da daha altındaydı. "Gelişmekte olan" diye adlandırılan ülkelerde ise bu oran yüzde 3'e kadar düşmüştü ve bu büyüme nüfus artışlarını karşılamaya yetmiyordu. Dünya ticareti geriliyordu. Çin ve Hindistan'ın dev ekonomileri bile yavaşlamıştı.
Bunun ana nedeni emeğin üretkenliğini, teknolojiyi ve istihdamı arttıracak olan üretken varlıklara yapılan yatırımdaki büyümenin yavaşlamış olmasıydı. Yatırım ve üretkenlik artışı, modern kapitalist ekonomilerin üretici güçlerini geliştirmenin anahtarıdır ve bu artışın yavaşlamasının ardındaki sebep de kapitalizmde yatırımları belirleyen şeyin karlılık olmasıdır. Bugün ABD ve küresel karlılık seviyeleri en iyimser tahminlere göre bile tarihin en düşük seviyelerindedir. Bu, kapitalizmin temel çelişkisinin bir sonucudur: uzun vadede hem emeğin üretkenliğini arttırıp hem de karlılığı sürdüremezsiniz. Bu çelişki sermayenin en zayıf noktasıdır.
FAANG (ç.n. – Facebook, Amazon, Apple, Netflix, Google) denen teknoloji ve sosyal medya tekellerinin elde ettikleri devasa karları gördüğümüzde bu sonuç bize garip gelebilir ancak bunlar kaideyi bozamayan istisnalardır. Ortalama olarak, kapitalist ekonomilerin üretken sektörlerindeki firmaların karlılığı düşüktür.
Üretimden elde edilen karların tekrar üretime değil, karlılığın daha yüksek olduğu finansal araçlara ve diğer verimsiz sektörlere yatırılmasının sebebi de kısmen budur.
Salgından önce büyük ekonomilerdeki şirketlerin yaklaşık yüzde 15-20'sinin "zombi" olarak adlandırılan, yani yatırım yapmaya değil, ancak maaşları ve borçlarını ödemeye yetecek kadar kar edebilen şirketler olduğu tahmin ediliyor. Bu şirketler kapitalistlerin deyimiyle "yaşayan ölü"ler. Bunun yanında, aynı zamanda çoğu ülkedeki şirket borçları da rekor seviyededir ve faiz oranlarının yükselmesi bunlar için iflas anlamına gelecektir.
Bütün bunlar, salgın-sonrası döneme dair Büyük Durgunluk (ç.n. 2008-2009 krizi) sonrasındaki on yılda gördüklerimizden farklı bir şey beklemememiz gerektiğini gösteriyor: yine zayıf yatırımlar, yine düşük ücret, yine gerileyen üretkenlik, yine artan eşitsizlik ve yine artan yoksulluk...
ABD'de Biden'ın neoliberalizmden Keynesçiliğe dönüşü hakkında çok şey yazıldı. Biden ne yaptı, neden yaptı ve şimdiye kadar etkisi ne oldu?
Çeşitli G7 hükümetleri ve tabii ki Biden yönetimi tarafından sunulan mali paketler, salgından kaynaklanan erimeyi ve felaketi önlemek için alınan acil önlemlerdi. Bunlar kapitalist hükümetlerin ideolojik veya politik bir dönüşüm geçirdiği anlamına gelmiyor. Bir nevi "Hadi bu çöküşten bir an önce kurtulalım, devlet fonlarını ve kredilerini kullanarak kapitalist işletmeleri koruyalım, geri ödemeler konusunda sonra endişeleniriz" diyorlar. Bahsettikleri o "sonra" henüz gelmedi.
Biden'ın mali paketleri, hükümet politikasında köklü bir değişiklik ve Keynesyen makro yönetime geri dönüş olarak müjdeleniyor. Öncelikle, Keynesyen teşvik ve makro ekonomi yönetimin efsaneden başka bir şey olmadığını, bu politikaların 1945'ten sonra uygulanan ve 1970'lerin ortalarında da terk edilen bir savaş ekonomisi ürünü olduğu gerçeğini bir kenara bırakalım ve bunun yerine Biden paketlerinin gerçek etkisini düşünelim.
Solun sesi olmadığı ortada olan Goldman Sachs'ın en son tahmini Biden paketinin büyüklüğünün her yıl için ABD GSYİH'sının yaklaşık yüzde 1'ine denk geleceği yönünde. Biden bunun bedelini vergi gelirlerini her yıl GSYİH'nın yüzde 0,75'i kadar artırarak (kısmen) ödeyecek.
Mali teşviklerin GSYİH üzerindeki çarpan etkisinin en iyi tahminle yaklaşık 1 olduğu göz önüne alındığında, bu, tam olarak uygulanması durumunda Biden paketlerinin ABD reel GSYİH büyümesi üzerindeki net etkisinin yılda yüzde 0,25 olabileceği anlamına gelir. Uzun vadeli ABD reel GSYİH büyümesi için mevcut tahmin ise yılda sadece yüzde 1,8'dir. Bu nedenle Biden'ın Keynes'e "U-dönüşü" asgari düzeyde kalacaktır.
Biden, altyapı ve sosyal refah harcamalarını artırmak için Kongre'den onay almayı başarırsa, bunun ABD ve dünya ekonomileri üzerinde ne etkisi olur?
Biden paketinin ABD ekonomisi üzerindeki etkisi sınırlı olursa, diğer ekonomilere damlayan miktar da daha az olacaktır, haliyle. AB, İtalya ve İspanya gibi büyük borç yükü olan ülkelerde hükümet fonlarını artıracak bir ekonomik kurtarma paketi planlıyor. Ancak yine de bunun kapitalist sektörler üzerindeki etkisi minimum olacaktır. Japonya, önümüzdeki on yıl içinde "hesapları kapatmayı" amaçlayan bir mali paketi duyurmak üzere. Yani bir teşvikten dahi bahsedilemez. Zaten Japonya için son büyüme tahmini salgın öncesindeki büyüme hızından (yılda yüzde 1'den az) bile daha geride.
Çin, Vietnam ve Doğu Asya'daki küçük ülkeler dışında Küresel Güney'in geri kalanının herhangi bir mali teşvik veya ekonomik toparlanma görebilme umudu çok az. Uluslararası ajansların yaptığı çoğu tahmin, bu ekonomilerin 2023'ten önce salgın öncesi GSYİH seviyelerine ulaşamayacakları, salgın öncesi ekonomik büyüme yörüngelerine ise hiçbir zaman erişemeyecekleri yönünde. Salgın, çevre kapitalizmlerinde kalıcı bir "yara izi" bırakmış durumda.
Enflasyon tehdidi hakkında uyarıda bulunan Lawrence Summers gibi bir dizi burjuva yorumcu var. Bu kişilerin enflasyonla ilgili argümanlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Yavaş büyüme ve artan enflasyonun birleşimi olan ve 1970'lerde gördüğümüz stagflasyona dönüşün tehlikeleri nelerdir?
Kısa vadede enflasyon olgusu birçok ekonomiye geri döndü. Bunun nedeni, ekonomilerin yeniden açılmasıyla gelen talep artışının, yani insanların salgının yarattığı çöküş sırasında biriken tasarruflarını yeniden harcamaya başlamasının ve şirketlerin yeniden hammadde ve ara malı aramasının yarattığı doping etkisi. Buna salgının küresel değer zincirlerine verdiği hasarı da eklersek, şu an için arzın talebi karşılayamaz durumda olduğunu ve bu darboğazın hammadde ve tüketim mallarında bir fiyat enflasyonu yarattığını söyleyebiliriz.
Bu, FED'in ve diğer merkez bankalarının iddia ettiği gibi geçici bir durum mudur peki? Summers gibi bazıları, modern ekonomilerde yatırım ve üretkenlikte ağır bir durgunluk olduğu için kredi ve mali teşvikin arzı değil, talebi artırdığını iddia ediyor.
Diğer bazıları ise Büyük Durgunluk'tan sonra kredi enjeksiyonlarının ve parasal genişlemenin enflasyona yol açmadığını, aksine, sadece finansal araç ve emlak fiyatlarını artırdığını söylüyor. Keynesyen görüş, enflasyonun yalnızca ücret maliyetleri arttığında gerçekleştiğini söyler. Yani enflasyona neden olan, sermayeden ziyade emektir der. Şu ana kadar bunu görmedik.
Benim görüşüm, kapitalist ekonomilerde mal ve hizmetlerdeki fiyat enflasyonunun, yeni değerin (ücretler + karlar toplamı) yarattığı talep ile para arzının büyüme hızının bir kombinasyonu olarak ortaya çıktığıdır. Ancak burada asıl olan, değer üretimindeki değişimdir.
Kapitalist ekonomiler on yıllardır yeni değer büyümesinde bir yavaşlama yaşadığı için enflasyon da yavaşlamıştı. Merkez bankaları bir miktar enflasyon (hedef yüzde 2'dir) yaratabilmek için parasal genişleme politikaları uyguladılar ancak başarısız oldular. Faiz oranları ve para miktarları ile oynamak bu koşullarda ılımlı bir enflasyon artışı bile sağlayamaz.
Dolayısıyla, dopingin yarattığı bu ilk kıpırdanma sürecinden sonra enflasyonun salgın öncesi oranların üzerine (yani yüzde 2'ye ve daha yukarısına) çıkabilmesinin koşulu, dünya kapitalist ekonomilerinin yeni değer yaratımında daha hızlı bir büyüme sağlaması ve/veya para arzında sürekli çift haneli büyüme seviyelerini görmesidir. Bunlardan ilki mümkün değildir ama ikincisi mümkün olabilir. Zira para arzı merkez bankalarının kontrol ettiği şeydir ve bunu ne kadar sürdürecekleri konusunda bölünmüş durumdadırlar.
Bu, solda daha büyük teorik soruları gündeme getiriyor. Birçok kişi, Keynesçiliğin veya Modern Para Teorisi'nin büyümeyi teşvik edebileceğine ve daha eşitlikçi bir kapitalist düzen yaratabileceğine inanıyor. The Next Rescession adlı blogunuzda bu fikirlere meydan okuyorsunuz. Marksistler neden Keynesçiliğin genel olarak ve özelde de bu son kapitalist krizin üstesinden gelemeyeceğini savunuyorlar?
Bunu yanıtlamanın anahtarı, ekonomilerin büyümesine ya da çöküşüne karar verenin kapitalistler olduğunu kabul etmekte yatıyor. Yani demek istiyorum ki, kapitalistler ancak elde edilecek bir kar olduğu takdirde üretim araçlarına ve istihdama yatırım yaparlar. Kapitalizmde baş keman kardır. Başta da söylediğim gibi, bugün büyük kapitalist ekonomilerde ortalama karlılık düşük, kurumsal borç ise yüksek. Birçok firma sadece ucuz krediyle ayakta kalıyor ve verimli yatırım yapmıyor.
Ancak Keynesyen teori, kapitalist ekonomileri karlılık perspektifinden değerlendirmez. Ona göre her şeyi belirleyen etkin taleptir. Yani Keynesçilere göre devlet kamu harcamaları ile talebi artırabilirse, kapitalist ekonomileri de harekete geçirebilir. Eğer marksist teori kapitalist birikimin daha iyi bir açıklamasıysa, o zaman görülecektir ki sermayenin karlılığı düşük olduğu ve salgın sonrasında daha yüksek seviyelere çıkamadığı müddetçe hükümet harcamaları etkisiz kalacaktır.
İktisat tarihi, Keynesyen teşvikin sınırlı ve kısa ömürlü etkileri olduğunu göstermiştir. Keynes'in bir zamanlar söylediği gibi, yüksek kamu harcamaları savaş ekonomilerinde "yatırımların sosyalleşmesi" anlamına gelebilir.
Dünya sistemini, sizin uzun bunalım olarak adlandırdığınız mevcut uzun vadeli durgunluktan ne kurtarabilir?
Marksist ekonomik perspektif doğruysa, o zaman kapitalizm uzun vadeli durgunluğuna ancak ortalama karlılıkta önemli ve sürekli bir artış yakalayabildiği takdirde son verebilir. Böyle bir artışa, üretken olmayan sektörleri ve eskimiş üretim araçlarını yok eden derin çöküşlerin sonucunda ulaşılabilir. Savaşlar bu yıkımı fiziksel olarak sağlar. Krizlerde ise bu, büyük çaplı şirket iflasları ve onunla gelen işsizliğin yarattığı değersizleşme ile gerçekleşir.
Bu, durgunluktan sağ çıkan kapitalist sektörlerin karlılığında keskin bir artışa temel oluşturur. Schumpeter'in "yaratıcı yıkım" süreci dediği de budur. Bugün bu mümkün müdür peki? Zombi şirketlerin iflasına izin verilmeyip, bilakis kurtarılmaya çalışılması bunun şimdilik mümkün olmadığını gösteriyor.
İşgücünün yerini robotlar ve yapay zekanın almasının ve maliyetleri azaltmak için çalışma koşullarının yeniden düzenlenmesinin yeni yatırım ve üretkenlik artışı için belli bir zemin sağlayabileceği doğrudur. Ancak karlılıkta artış beklentisinin gerçekleşebilmesi için muhtemelen 2020'lerin sonundan önce başka bir büyük çöküşe daha ihtiyaç vardır. Aksi takdirde yaşayacağımız şey, 2010'larda gördüğümüz 'uzun bunalım'ın bir başka ayağı olacaktır.
Bu koşullarda sosyalistler ne yapmalı ve Biden ile nasıl ilişki kurmalıdır? Kısa ve uzun vadede ne tür talepler için ajitasyon yapılmalıdır?
Kısa vadede sosyalistler işe dönüşlerde daha düşük ücretlerin ve daha kötü koşulların dayatılmasına karşı mücadele etmelidir. Bu, maalesef birçok sektörde karşılaşılan durumdur. Sadece ABD'de salgından önce istihdam edilen ancak bugün işsiz bırakılan yaklaşık 8 milyon işçi var.
Ayrıca salgın, büyük kapitalist ekonomilerde özelleştirilmiş ve içi boşaltılmış sağlık sistemlerinin böyle görevler için tamamen yetersiz olduğunu şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtlamıştır. Sağlık sistemleri fonlardan mahrum bırakılmış, özelleştirilmiş ve ihmal edilmiştir.
Bu aynı zamanda eğitim, ulaşım, iletişim vb. gibi diğer önemli kamu hizmetleri için de geçerlidir. İşçi sınıfı militanları, sağlık hizmetinin devlet tarafından ücretsiz olarak sağlanmasını ve bunun uygun şekilde finanse edilmesini talep etmelidir. Bu, geniş bir halk desteği sağlayacaktır.
Daha uzun vadede ise sosyalistler normale dönüş diye bir şeyin olmadığını teşhir etmelidir. Salgın sonrasında toplumsal ihtiyaçlar için büyük kamu yatırımları yapılmalı, servet ve gelir eşitsizliğine son verilmeli ve küresel ısınma, iklim değişikliği ve çevresel yıkımın yaklaşmakta olan felaketiyle başa çıkmak için uluslararası bir plan devreye konulmalıdır. Ancak kapitalizm bunların hiçbirini yapamaz. Çünkü sorunları yaratan zaten odur. Ayrıca fosil yakıt, madencilik, endüstriyel tarım ve kontrolsüz viral araştırmalar durdurulmadıkça yeni salgınlar yaşanacağını da unutmamalıyız.
Bütün bunlar, elbette, çokuluslu şirketlerin karı için yapılan üretimden, demokratik kontrol altındaki kamu şirketleri tarafından toplum için yapılan üretime geçişi, yani ekonomik ve toplumsal örgütlenmede köklü bir değişimi gerektiriyor. Ekonomik analizin bitip, siyasi mücadelenin başlayacağı yer de burasıdır.
*Spectre Journal'dan Ashley Smith'in İngiliz marksist iktisatçı Michael Roberts ile yaptığı röportaj Olcay Çelik tarafından ETHA için çevrilmiştir. İngilizce aslı şuradadır.