21 Kasım 2024 Perşembe

ÇEVİRİ | İran'da politik tutsakların durumu

Kürdistan'da rejim en ufak bir vicdani muhasebeye gerek duymuyor ve her türlü direnişi faşist bir şekilde bastırıyor. Kürt mahkumların dış dünya ile iletişimi İran'ın diğer bölgelerine göre çok daha kısıtlı ve bu nedenle güvenilir bilgi çok az.

İran'da tutsakların sayısını ve bunların kaçının kadın olduğunu belirlemek imkansız. Son ayaklanmanın başlangıcından bu yana binlerce kadın ve erkek, rejimin çeşitli organları tarafından, çoğunlukla tutuklama emri olmadan tutuklandı. Vakaların çoğunda yasal süreç işletilmedi. Tutsakların yakınları, tutuklamadan kimin sorumlu olduğu, tutsağın hangi cezaevinde tutulduğu ve suçlamaların ne olduğu konusunda dahi bilgisiz bırakıldı. Tutsaklar, ayrıca  özgürce avukat seçme hakkından da mahrum kaldı. Aileler, bir çok durumda, tutuklamayı kamuoyuna duyurmakta zorlanıyor. Siyasi tutsakların mevcut sayısına ilişkin kabaca tahminlerden söz edilebilir. Ancak bu tahminler arasında da büyük farklılıklar mevcut.

İran parlamentosunun eski bir üyesi olan Mahmoud Sadeghi, yaklaşık 3 bin 700 kişinin tutuklandığını açıklamıştı. İnsan hakları örgütleri, tutuklananların  sayısının çok daha yüksek olduğunu belirtiyor. İran'da Politik Tutsakları Serbest Bırakın kampanyasının sözcüsü Shiva Mahjoubi ise ayaklanmanın başından bu yana ülke çapında tutuklananların sayısının 60 bin olduğunu tahmin ediyor. Çeşitli muhalif grupların tahminleri en az 15 bin civarında.

Kadınların bu tutuklamaların sadece küçük bir kısmını oluşturduğunu varsaymak yanlış olmaz. Ancak oranlarının önceki tutuklama dalgalarına kıyasla önemli ölçüde arttığı da açık. Jin Jiyan Azadi Hareketi, kadınların benzeri  görülmemiş bir katılımıyla karakterize ediliyor. Buna karşılık rejim de daha önce benzeri görülmemiş bir şekilde kadınları hedef alıyor. Sonuç olarak, en iyimser tahmin bile binden fazla kadının şu anda siyasi gözaltında olduğunu gösteriyor. İran'da tutukluluk koşullarında da hukuki normlar yok. Bir kişinin tutuklanma sebebi ve tanınırlığına bağlı olarak, koşulları büyük ölçüde değişebiliyor.

Avrupa'dan gelenler, yanlışlıkla ya da kasıtlı olarak tutuklananların durumu nispeten iyi. Konsolosluk hizmetlerine erişimleri vardır, ziyaretçi kabul edebilirler, geçici hücre hapsi dışında işkence görmezler ve neyle suçlanırlarsa suçlansın ölüm cezasıyla karşı karşıya kalmazlar. Ancak cezaevinde, kadınların sürekli başörtüsü takmasını da içeren İslami kurallara uymak zorundadırlar. Vatandaşlıkları İran devleti tarafından tanınmayan çifte vatandaşlığa sahip kişiler için durum daha ağırdır. Konsolosluk yardımı alamıyorlar. Ölüm cezasına çarptırılabiliyorlar ve uzun süre hapsedilebiliyorlar. 2018 yılında İran asıllı Kanadalı çevre aktivisti Kavous Seyed-Emami, tutuklanıp Evin Hapishanesi'ne konulduktan kısa bir süre sonra hayatını kaybetti. Resmi açıklamaya göre intihar ettiği söylense de ailesi bunu kesinlikle reddediyor. İran rejimi, İran asıllı başka ülke vatandaşlarını çoğu zaman Batı ile müzakerelerinde pazarlık kozu olarak da kullanıyor.

Benzer koşullar ünlü sporcular ve sanatçılar için de geçerli. Ulusal ve uluslararası şöhretlerinin derecesi hapishane koşullarını belirliyor. Birçok ödül sahibi, İran'ın en ünlü oyuncularından Taraneh Alidoosti, Jin-Jian-Azadi Hareketi'yle kamuoyu önünde dayanışma gösterip başörtüsüz bir fotoğrafını paylaştığında devlet güçleri tarafından tutuklandı. Ailesi ile sürekli temas halinde olduğu iki haftalık gözaltının ardından kefaletle serbest bırakıldı. Sanatçı kötü muameleye ilişkin herhangi bir şikayette bulunmadı. Buna karşılık, çok daha az tanınan bir sanatçı olan Katayoun Riahi de benzer şekilde protestolarla dayanışma içinde olduğunu ifade etmiş, ancak gördüğü kötü muamele nedeniyle 15 Ocak 2023 tarihindeki duruşmada, mahkeme salonunu ambulansa terk etmek zorunda kaldı.

Reformist kamptan önde gelen muhalifler ve aktivistlerin durumu da benzer. Bunların çoğu bir karalama kampanyasının, keyfi tutuklamaların ya da siyasi kariyerlerinin bir noktasında psikolojik ve fiziksel tacize uğradı. Ancak, bir kez belli bir tanınırlık düzeyine ulaştıkları için en azından ağır işkence görmekten kurtuldular. Fakat rejim hala bu kişilerin faaliyetlerini engellemeye ve herhangi bir radikalleşmeyi önlemeye devam ediyor.  Aynı zamanda, İslam Cumhuriyeti'nde demokratik çoğulculuk görüntüsünü korumak için, ciddi şekilde kısıtlanmış olsa da, reformistlere en azından var olma hakkı tanınıyor. Bu grubun en önde gelen temsilcilerinden biri olan avukat ve insan hakları aktivisti Nasrin Sotoudeh, mesleğini icra ettiği ve siyasi tutsakları yasal olarak temsil ettiği için sayısız kez tamamen hukuksuz bir şekilde tutuklandı. 2019 yılında 33 yıl hapis ve 148 kırbaç cezasına çarptırıldı. Fiziksel ceza bugüne kadar uygulanmadı. Sotoudeh için normal bir yaşamın uzun yıllar boyunca imkansız hale getirildiği açık. Ancak belirtilmeli ki hapishanede tecavüze uğramadı ve işkenceyle öldürülmekten de korkmak zorunda değil. Açlık grevine girerse (ki sayısız kez girdi) bunun için işkence görmeyecektir. Tam tersine, eylemleri bazen başarılı da oluyor ve rejim büyük bir uluslararası baskı altında geri adım atarak tutukluluk koşullarını iyileştiriyor.

Diğer tüm siyasi mahpuslar potansiyel olarak ölümcül tehlike altındadır ve her an psikolojik ve fiziksel istismara maruz kalabilirler. Ancak bu, hepsinin istismar ve insan hakları ihlali mağduru olma ihtimalinin eşit olduğu anlamına gelmez. Sosyo-ekonomik ve etnik faktörler burada belirleyici bir rol oynuyor. Eğer tutuklu Batı'da akrabaları olan Tahran'lı orta sınıf bir aileden geliyorsa, cinsel şiddet de dahil olmak üzere sistematik işkence olasılığı Kürdistan ya da Belucistan'dan gelen yoksul bir tutukluya göre çok daha düşüktür. Ancak şimdiki gibi varoluşsal bir kriz sırasında işler dramatik bir şekilde değişir. Ayaklanmanın başlangıcından bu yana protestoculara karşı sistematik olarak kitlesel ve yer yer ölümcül güç kullanılmıştır. Bu bağlamda işkence kendi içinde bir amaç haline gelmiştir. Görevlendirilmeden önce, rejimin uşakları çeşitli savaşlarda ölen kardeşlerinin intikamını almaya yemin ediyor ve bu bağlamda rejim, uygulayacakları işkencede onlara her türlü serbestliği sağlıyor.  Tutuklama ve gözaltı sırasında kötü muameleye ilişkin çok sayıda rapor bulunuyor.

İslam Cumhuriyeti hapishanelerindeki kadınların durumuna ilişkin birkaç örnek: 8 gün kendisinden haber alınamayan 21 yaşındaki sanatçı Armita Abbasi, 18 Ekim 22 tarihinde rejim güçleri tarafından Karaj'daki İmam Ali Hastanesi'ne nakledildi. Armita'nın yakınları hastane tarafından arandı. Ancak aile gelmeden önce tutsak açıklanmayan bir yere nakledildi. Doktorlar aileye ağır anal ve vajinal yaralanmalar ve iç kanama gibi ciddi klinik bulgular rapor etti. Rejim, ailesinden Armita'nın tutuklanmasından önce tecavüze uğradığı yönündeki resmi açıklamayı doğrulayan bir açıklama yapmasını istedi ancak aile tehditlere rağmen bunu reddetti ve olayı kamuoyuna taşıdı.

18 yaşındaki Yalda Aghafazli 26 Ekim 2022 tarihinde bir protestoda gözaltına alındı ve iki hafta sonra serbest bırakıldı. Arkadaşlarıyla yaptığı kayıtlı konuşmalarda, gözaltı sırasında acımasızca işkence gördüğünü anlattı. Yalda serbest bırakıldıktan sadece beş gün sonra intihar etti. Rejim, aileden Yalda'nın uyuşturucu bağımlısı olduğu ve aşırı dozdan öldüğü yönündeki resmî açıklamayı doğrulamasını istedi. Aile bunu reddetti ve bunun yerine olayı kamuoyuna taşıdı. 12 Aralık 2022 tarihinde, yaralı protestocuları tedavi eden 36 yaşındaki doktor Aida Rostami, İslam Cumhuriyeti'nin bilinmeyen ajanları tarafından tutuklandı. Ertesi gün yakınları, bir kaza sonucu öldüğü iddiasıyla bilgilendirildi. Ailesi daha sonra, Rostami'nin yüzünün ezildiğini, kolunun kırıldığını ve bir gözünün çıkarıldığını tespit etti. Bunlar açık bir şekilde işkence izleriydi.  Resmi açıklamaya göre,  Aida Rostami, bilinmeyen bir sevgili tarafından bir köprüden atılmıştı. Aile, rejimin açıklamasına şiddetle karşı çıkarak yetkilileri işkence ve cinayetle suçladı.

İran hapishanelerindeki işkence ve tecavüz haberlerinin sayısı o kadar fazla ki, artık rejim içinden de "iddiaların" soruşturulmasını isteyen sesler yükseliyor. 1 Aralık 2022 tarihinde  İslam Cumhuriyeti İnsan Hakları Komiseri Kazem Gharibabadi, başsavcıya resmi bir mektup göndererek kadın tutuklulara yönelik cinsel istismar ve tecavüz iddialarının kapsamlı bir şekilde soruşturulmasını talep etti. Kendisi de işkence makinesinin bir parçası olmasına ve bu konuda her şeyi bilmesine rağmen, bu adım, konunun İran toplumunda artık tabu olmadığını ve bu sorunu en azından göstermelik olarak ele almak zorunda hissettiğini göstermektedir.

Tahran, İsfahan, Tebriz gibi İran'ın büyük şehirlerindeki sıradan cezaevlerinde tutulan kadınlar hakkında kimi bilgiler mevcuttur. Hücre hapsinde olsalar bile ilgili bilgiler diğer tutuklular aracılığıyla dışarı sızmakta. Dolayısıyla tamamen savunmasız değiller ve rejim sadece öldürülmelerinin değil, herhangi bir kötü muamelenin de er ya da geç kamuoyuna yansıyacağını ve gözle görülür (aynı zamanda uluslararası) bir baskıya neden olacağını varsaymak zorunda. Çıkan tüm raporlar ve yakın zamanda serbest bırakılanların kişisel anlatımları, tutuklular arasında güçlü bir dayanışmaya, direniş potansiyelinin yüksekliğine ve tüm baskılara rağmen güçlü bir mücadele moraline işaret ediyor. İlginçtir ki bu durum sadece deneyimli siyasi aktivistler için değil, aynı zamanda ve özellikle Jin, Jiyan Azadi Hareketi sırasında siyasallaşmış olan genç kadın tutuklular için de geçerlidir. Örneğin, Armita Abbasi geçtiğimiz günlerde militan bir direnişle işkencecilerini şaşırttı ve başkaca 14 kadınla birlikte açlık grevine başladı. Abbasi'nin bugüne kadar devam eden bu eylemin örgütlenmesinde kilit bir rol oynadığı biliniyor.

Tutuklanma yeri bilinmeyen kadınlar için durum tamamen farklıdır. Rejim çoğu zaman tutuklandıklarını teyit etmeyi bile reddediyor. Tamamen haklarından mahrum bırakılmış durumdalar ve hayatları doğrudan tehlike altında. Sayıları hakkında güvenilir bir tahminde bulunmak mümkün değil, ancak binlerce olmadıkları tahmin ediliyor. İddialara göre birçoğunun işkence altında durumu o kadar kötü ki rejim onları normal bir hapishaneye nakledemiyor.

Güneydoğu'daki Belucistan eyaletinde ve tüm Kürt bölgelerinde (Kürtler sadece Kürdistan eyaletinde değil, Batı Azerbaycan, Kermanşah ve diğer eyaletlerde de yaşamaktadır) tüm tutukluların, ama özellikle de kadınların durumu çok daha ağırdır. Rejim Tahran ve diğer şehirlerdeki tutukluları siyasi protestocular olarak görürken, Kürt tutuklular otomatik olarak militan savaşçılar olarak kabul ediliyor ve buna göre muamele görüyor. Kürdistan'da işkence sadece insanlara göz dağı vermek, savaşma isteklerini kırmak ya da sahte itiraflar almaktan ibaret değil. Aynı zamanda tutsaklardan her ne şekilde olursa olsun bilgi almakla da ilgilidir. Bu nedenle, gözaltına alınan bir kişinin tüm aile üyeleri, arkadaşları ve hatta küçük çocukları dahi potansiyel olarak işkence riski altındadır. Kürdistan'da rejim en ufak bir vicdani muhasebeye gerek duymuyor ve her türlü direnişi faşist bir şekilde bastırıyor. Kürt mahkumların dış dünya ile iletişimi İran'ın diğer bölgelerine göre çok daha kısıtlı ve bu nedenle güvenilir bilgi çok az.

*Bu yazı ETHA çeviri grubu tarafından Farsça kaynaklar taranarak hazırlanmıştır.