ÇEVİRİ | Aşırı sağcı İsrail hükumet politikalarının Filistinliler üzerindeki etkisi
Tarihsel olarak her İsrail hükumeti geleneksel olarak işçi, siyonist ya da revizyonist siyonist geleneklerin bir parçası olan birden fazla partinin koalisyonundan oluşmuştur. Her ne kadar İsrail'in aşırı sağa kayması ve Netanyahu'nun revizyonist siyonist eğilimli Likud Partisi'nin Filistinlilere yönelik ırkçı söylemleri nedeniyle büyük ilgi görmesine odaklanılsa da, Filistin-İsrail çatışması tarihindeki en kötü zulümlerden bazıları aslında İşçi Partisi hükümetleri döneminde işlenmiştir. Menachem Begin'in iktidara geldiği 1977 yılına kadar tüm İsrail başbakanları İşçi Partisi'ne bağlıydı.
Başbakan Benjamin Netanyahu liderliğindeki İsrail'in aşırı sağcı koalisyon hükümeti göreve geldiğinden bu yana işgal altındaki Filistin'de gerilimi önemli ölçüde arttırdı. Bu yıl Batı Şeria'da son 20 yılın en yüksek aylık Filistinli ölü sayısına tanık olunurken, medyanın ilgisi İsrail halkının yargı reformlarına karşı muhalefetine odaklandı.
Yeni koalisyon hükumetinin ilk birkaç ayı, Tel Aviv'in Filistin halkı üzerindeki hakimiyetini göstermek için tasarlanmış aşırı önlemlerin kullanılmasına tanıklık etti. Yeni güvenlik bakanı Itamar Ben-Gvir, hükümetin kurulmasından sadece birkaç gün sonra Mescid-i Aksa'ya düzenlediği baskının ardından Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin toplanmasına neden oldu. İsrail ayrıca Filistin şehirlerine, kasabalarına ve mülteci kamplarına yönelik şiddetli baskınlarını arttırdı ve işgal altındaki topraklarda daha fazla ev yıkımı gerçekleştirdi.
Ayrıca İsrail Knesset'i, uygulandığında İsrail'deki Filistin vatandaşlarının pasaportlarını ellerinden alacak ve İsraillilere yönelik saldırılarda bulunmaları halinde sınırdışı edilmelerini sağlayacak yeni bir yasayı onayladı. İsrail'in yeni hükümeti, ABD Biden yönetiminin yasadışı yerleşim genişlemesini durdurma çağrılarını defalarca görmezden geldi. Tel Aviv ayrıca 9 yerleşim ileri karakolunu tanıdı ve Batı Şeria ile işgal altındaki Doğu Kudüs'te binlerce yerleşimci biriminin inşasına onay verdi. Ayrıca İsraillilere karşı saldırı düzenlemekle suçlanan Filistinlilere ölüm cezası verilmesini öngören yeni yasa tasarısı da Knesset'te ön oylamadan geçti.
Ancak İsrail toplumunun büyük bir kesimini çileden çıkaran bir diğer gelişme de aşırı sağcı hükumetin yargı sisteminde yapmayı planladığı reformlardır. İsrailli gazeteci ve Local Call editörü Meron Rapaport'a göre reformlar "yüksek mahkemenin hükümeti denetleme yetkisini ortadan kaldırmayı" amaçlıyor ve "bu reform kabul edildiğinde, bunu Filistin karşıtı yasaları onaylamak için kullanacakları oldukça açık".
YENİ BİR YÜZLEŞME DÖNEMİNİN ORTAYA ÇIKIŞI
2021 yılının Mayıs ayında, Filistinli silahlı direniş grupları, Mescid-i Aksa'da ve işgal altındaki Doğu Kudüs'te ibadet eden Filistinlilere yönelik bir ay süren şiddetli saldırıların ardından bir misilleme biçimi olarak "Saif al-Quds" operasyonu veya "Kudüs'ün Kılıcı" olarak bilinen savaşı başlattı. İsrailli yerleşimcilerin Filistin mahallesi Şeyh Cerrah'ı etnik olarak temizlemeye yönelik devlet destekli kampanyası ve Müslümanların kutsal Ramazan ayında Filistinlilere yönelik saldırılar, sadece Gazze'deki silahlı hareketlerden değil, aynı zamanda 1948'de işgal edilen topraklardaki Filistinlilerden de tepki gördü.
İşgal altındaki Kudüs'ü çevreleyen İsrail yerleşimlerine roket fırlatılmasının ardından Benjamin Netanyahu liderliğindeki İsrail hükümeti, Gazze Şeridi'nde çoğunluğu sivil en az 260 Filistinlinin öldürülmesiyle sonuçlanan "Duvarın Koruyucusu Operasyonu"nu başlattı. Bu 11 günlük saldırı, İsrail'in 2006 yılında abluka uygulamaya başlamasından bu yana Gazze'ye yönelik dördüncü büyük saldırıydı.
2021 yılının Mayıs ayında, Cenin mülteci kampındaki Filistin İslami Cihad (PIJ) hareketinden küçük bir grup silahlı savaşçı, dört ay sonra resmi olarak Cenin Tugayları olarak ilan edilecek olan örgütü kurmak için bir girişim başlattı. Aynı yılın Haziran ayında, Benjamin Netanyahu'nun iktidardaki Likud partisi, koalisyon kurmak için yeterli Knesset sandalyesini kazanamayınca iktidarı kaybetti. Bunun sonucunda Naftali Bennet İsrail Başbakanı oldu ve "Değişim hükümeti" olarak bilinen İsrail tarihinin en çeşitli koalisyon hükümetinin başına geçti.
Bennett'in yönetimi altında İsrail ordusu Aralık 2021'de açık ateş politikasını değiştirerek, işgal askerlerinin İsraillilere taş atan Filistinlileri, kaçıyor olsalar ve aktif bir tehdit oluşturmasalar bile vurarak öldürmelerine izin verdi. Bisan Araştırma ve Geliştirme Merkezi İcra Direktörü Ubai Al-Aboudi'ye göre, açık ateş politikasının Batı Şeria'daki ölü sayısını nasıl etkilediği konusunda "rakamlar kendi adına konuşuyor". "Bence askerlerin ve yerleşimcilerin Filistinlileri vurmasına ve sakat bırakmasına izin veren bu politika İsrail'in yıllardır savunduğu bir şeydi. Yeni hükumetle birlikte daha da değişen şey, Bezalel Smotrich ve Itamar Ben-Gvir gibi İsrailli bakanların artık bu tür şiddetin cezasız kalmaması için açıkça çalıştıklarıdır."
İsrail'in önde gelen insan hakları örgütü B'Tselem'in sözcüsü Dror Sadot Red Media'ya yaptığı açıklamada "açık ateş yönetmeliği şeffaf değil, tam olarak ne yazıldığını bilmiyoruz. Bazı düzenli yönergeleri biliyoruz, ancak açık ateş yönetmeliklerinin tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz" dedi. Sadot, "Açık ateş politikasından bahsettiğimiz kadar yönetmeliklerden bahsettiğimizi düşünmüyorum" diye ekledi ve bunların genellikle birbiriyle karıştırıldığını paylaştı. "Bence bunlar iki farklı şey, çünkü İsraillilerin yıllar boyunca uyguladığı politika Bennet hükumetine ya da başka bir hükumete özgü değil... Filistinlilerin hayatını korunması gereken bir şey olarak görmeyen çok ölümcül bir politika."
Şubat 2022'de, halk arasında Yamam olarak bilinen bir İsrail özel kuvvetler birimi, Batı Şeria'da 15 yıl sonra ilk kez 'hedefli suikast' saldırısı düzenledi. Sivil bir araca en az 80 kurşun sıkarak, El Aksa Şehitleri Tugayları olarak bilinen gayri resmi El Fetih Partisi'nin silahlı kolu üyesi üç Filistinliyi öldürdüler. Güpegündüz gerçekleştirilen bu yargısız infazlar, işgal altındaki Batı Şeria'da yeni bir şiddet saldırıları dönemini başlattı. 31 Mart'ta İsrail ordusu, İsraillilere yönelik saldırıları önlemek için tasarlandığını iddia ettiği ve halen devam eden bir kampanya olan "Dalgayı Kırma Operasyonu"nu başlattı.
Ubai Al-Aboudi, "İsrail'in saldırganlığı Filistinlilerin direnişini arttırmasına neden oluyor ve bu bir gerçek, örneğin Nablus'ta ne zaman birilerini öldürseler, öldürülenlerin arkadaşları ve geniş ailelerinin silahlarını alıp karşılık vermek zorunda hissettiklerini raporlardan görüyoruz" diyor. "Bence İsrail'in burada yaratmak istediği döngü bu, bence Filistinlilere toplu halde saldırma fikrini destekliyorlar ve sonra da Filistinlileri silahlı oldukları için terörist ve tehlikeli olarak resmediyorlar."
Meron Rapaport, Dalgayı Kırma Operasyonu'nun başarısız olduğunu kanıtlamış olmasına rağmen, Filistinli silahlı grupların şu anda Batı Şeria'daki İsrail ordusu için önemli bir askeri tehdit oluşturmadığını savundu. Yüzlerce Filistinli savaşçıya karşılık en az 35 bin İsrail askerinin bölgede faaliyet gösterdiğini açıkladı. Bununla birlikte, bu grupların İsrail hükumeti için siyasi bir kriz yarattığını savundu.
YENİ HÜKUMET FİLİSTİNLİLER İÇİN NELERİ DEĞİŞTİRDİ?
Tarihsel olarak her İsrail hükumeti geleneksel olarak işçi, siyonist ya da revizyonist siyonist geleneklerin bir parçası olan birden fazla partinin koalisyonundan oluşmuştur. Her ne kadar İsrail'in aşırı sağa kayması ve Netanyahu'nun revizyonist siyonist eğilimli Likud Partisi'nin Filistinlilere yönelik ırkçı söylemleri nedeniyle büyük ilgi görmesine odaklanılsa da, Filistin-İsrail çatışması tarihindeki en kötü zulümlerden bazıları aslında İşçi Partisi hükümetleri döneminde işlenmiştir. Menachem Begin'in iktidara geldiği 1977 yılına kadar tüm İsrail başbakanları İşçi Partisi'ne bağlıydı.
1947-1949 yılları arasında 750 binden fazla Filistinlinin anavatanlarından etnik olarak temizlenmesi, gazeteciler tarafından yanlış bir şekilde sosyalist ya da en azından solda yer alan kişiler olarak tanımlanan ve İsrail İşçi Partisi'nden David Ben-Gurion'un da aralarında bulunduğu kişiler tarafından işlenmiş bir suçtur. Genellikle İsrail solunu oluşturduğu ya da sosyalist olduğu söylenen kişilerin solcu olarak kabul edilemeyeceğini belirtmek önemlidir. David Ben-Gurion 1951 yılında İsrail'in ne kapitalist ne de sosyalist olduğunu, sadece bir Yahudi devleti olduğunu ilan etmiştir. İşte tam da bu nedenle, İsrail solu ve sağı hakkındaki bu tür iddialar, bu tür rekabetlerin genellikle görüldüğü şekilde görülmemelidir.
Bu dönemin ardından, 1949-1956 yılları arasında İsrail'in "Sınır Savaşları" olarak bilinen dönemde 5 bin kadar Filistinli öldürülmüştür. 1940'ların sonunda etnik olarak temizlenmeyen Filistinliler 1966'ya kadar İsrail askeri yönetimi altında, İsrail olarak ilan edilen topraklara yerleştirildi. Bu politikaların pek çok yönü daha sonra 1967'de Batı Şeria ve Gazze Şeridi halkına dayatılacak ve aynı yılın Haziran ayında yaklaşık 300 bin kişi evlerinden çıkarılacaktı.
Red.Medya'ya konuşan Meron Rapaport, yeni İsrail koalisyon hükümetinin geçmişteki İsrail hükumetlerinin liberal değerlerinden bir kopuşu temsil ettiğini açıkladı. Rapaport'a göre bu yeni siyasi ittifak "tüm alanı Yahudileştirmeyi, evet Batı Şeria'yı Yahudileştirmeyi ve İsrail içindeki Filistinlilere baskı uygulamayı... ama aynı zamanda İsrail içindeki seküler Yahudileri de Yahudileştirmeyi, onları daha dindar hale getirmeyi amaçlıyor, bunu tek bir proje olarak görüyorlar."
"Bu hükumet gerçekten de bir yandan İsrail Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir gibi açıkça ırkçı partilerden, İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich gibi açıkça transferist partilerden, ultra-ortodoks partiler gibi açıkça laiklik karşıtı partilerden ve hatta Amerikan terimleriyle söyleyecek olursam evangelistlerden oluşan bir koalisyon; eş cinsel hakları karşıtı, liberal değerlerle ilgili her şeye karşı. Yani Yahudi nüfusunun liberal kesiminden intikam alma arzusu dışında bazen pek de ortak noktaları olmayan partilerden oluşan çok karışık bir koalisyon." Rapaport ayrıca, bu hükumetle birlikte değişen şeyin, statükoyu korumaya yönelik önceki politikadan bir kopuşu temsil etmesi ve Filistinliler konusunu "iki yıl önce olmayan bir şey" olarak kamuoyunun gündemine getirmesi olduğunu söylüyor.
Benjamin Netanyahu'nun yeni hükumeti tarafından planlanan yargı reformları konusunda Meron Rapaport, bunun şu anda İsrail toplumunun iç meselesi olduğunu savundu, ancak kabul edilmesi halinde Filistinliler için de önemli bir tehdit oluşturacağı uyarısında bulundu. Rapaport, "Eğer kabul edilirse, İsrail'deki Filistinli azınlığı temsil eden partilerin hedef alınması ve şu ya da bu şekilde seçimlere girmelerinin engellenmesi oldukça olası, dolayısıyla bu reform kabul edildiğinde masada çok özel bir tehdit var" dedi. Rapaport ayrıca ikinci bir Nakba (Filistin'in etnik temizliği) için "potansiyelin var olduğunu" söyledi ancak bunun İsrail için zor olacağını da sözlerine ekledi.
Filistinli gazeteci ve Filistin Alternatif Devrimci Yol (PARP) hareketinin liderlerinden Khaled Barakat red.media'ya verdiği demeçte "Geçmişte İsrail kendisini projesi olan bir devlet olarak tanıtırdı, ancak bugün İsrail bunu kaybetti. Şu anda yaptıkları her şey belli bir siyasi koalisyonu sürdürmek, iktidarda tutmak için tasarlandı ve bu önemli" dedi ve sadece dört yılda altı genel seçimle ortaya çıkan bu değişimin öneminin "tarihsel bir projesi olmadığını, bunun yerine sömürgeci ve emperyalist güçlere ve kendi faşist toplumu içindeki bazı kesimlere hizmet etmeyi amaçladığını" gösterdiğini vurguladı.
"Bu yeni hükumet, İsrail aşırı sağının bugün İsrail siyasetine ne kadar hakim olduğunun bir yansımasıdır ve bunu görmek de ilginçtir, çünkü bize göre bu durum uzun vadede siyonist projenin lehine değildir, iç krizi derinleştirmektedir." Khaled Barakat, "Itamar Ben Gvir ve onun El Aksa'ya saldırısını ele alsanız bile, Ariel Şaron'un bunu 2000 yılında yaptığını hatırlamanız gerekir" diyor ve bu nedenle İsrail hükumeti tarafından gerçekleştirilen eylemlerin mutlaka farklı olarak görülmemesi gerektiğini söylüyor. Hatta şöyle diyor: "Arap rejimleriyle yapılan normalleşme anlaşmaları, Batı tarafından verilen açık çek ve elde ettikleri dokunulmazlık nedeniyle, şu anda istedikleri her şeyin yanlarına kar kalacağını düşünüyorlar ve tehlikeli olan da bu ve bunu onlar için bir başarısızlık haline getirmeliyiz. Batı Şeria'daki direniş güçlerine bakacak olursak, aslında yaptıkları şey bu; Netanyahu ve Ben Gvir'i sorumlu tutuyorlar."
B'Tselem'den Dror Sadot, "Geçen yıl Batı Şeria'da 2004'ten bu yana en ölümcül seneydi" yorumunda bulunurken, "bunun değişim hükumetiyle olduğunu, bu hükümetle olmadığını" belirtti. Sadot, "bu hükümet hakkında konuştuğumuzda, işlerin daha da kötüye gittiğini göreceğimizi düşünüyorum, ancak bunu tamamen istisnai olarak da görmemeliyiz... Çünkü önceki hükumetler de açık ateş politikası altında ölümcül güç kullanıyordu, ev yıkımları yapıyordu, Filistin topraklarını ele geçiriyordu ve işgalci şiddetini destekliyordu" dedi. "Bence İsrail şu anda tonlarca ırkçı yasayı yürürlüğe koyuyor" dedi ve ekledi: "Şimdi daha önce yapamadıklarını yapmalarının zamanı, ne yapacaklarını görmek için beklemek zorundayız, son olarak İsrail'e saldırı düzenleyenler için ölüm cezası getirmeye başladılar."
Ubai Al-Aboudi, yeni İsrail hükumetinin sahadaki davranışlarının doğası ile ilgili olarak "Ben Gvir ve Smotrich hükumeti ile şu anda yaptıkları şey, bu politikaları gayri resmi olmak yerine resmi yazılı politikalar olarak taahhüt etmeleridir" dedi. B'Tselem'den Dror Sadot ile hemfikir olarak, şu ana kadarki en büyük değişikliğin İsrail hükumetinin söyleminde olduğunu söyledi.
ÖNÜMÜZDE DAHA FAZLA ŞİDDET Mİ VAR?
ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin geçtiğimiz günlerde ABD hükumet yetkilileri tarafından bu yıl bölgeye yapılan ikinci yüksek profilli Ortadoğu ziyaretini gerçekleştirdi. Bu kısmen Müslümanların kutsal ayı Ramazan'da Filistinliler ile İsrail arasındaki gerilimin tırmanmasını önlemeye yönelik bir girişimdi. Austin'in gezisi, Batı Şeria ile ilgili konularda koordinasyonda kilit rol oynayan Ürdün'ü ve çatışma dönemlerinde İsrail ile Gazze arasında arabuluculuk rolü oynayan Mısır'ı ziyareti de içeriyordu. Buna ek olarak, Katar'dan Muhammed el-Emadi 6 Mart'ta Gazze'yi ziyaret ederek kuşatma altındaki kıyı bölgesine yapılacak yeni bir yardım konusunda Hamas hükümeti üyeleriyle istişarelerde bulundu. Katar yardımı geçmişte Hamas'a İsrail'le silahlı çatışmalardan uzak durması için baskı aracı olarak kullanılmıştı.
Olası bir gerilimi tetikleyen en önemli faktör, İsrailli yerleşimcilerin Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki faaliyetleri gibi görünüyor. Hawara kasabasında aşırılık yanlısı yerleşimciler tarafından Filistinlilere karşı gerçekleştirilen pogromun ardından, bakan Bezalel Smotrich'in, "Hawara kasabasını haritadan silme" çağrısında olduğu gibi bazı İsrailli politikacılar İsrail hükümetine daha da ileri gitme çağrısında bulunarak yerleşimcileri cesaretlendirdi.
İsrail iktidar koalisyonunun ikinci büyük partisi olan Dini Siyonizm Listesi'nin (Religious Zionism List) ortaya koyduğu on maddelik politika platformundan da anlaşılacağı üzere amaç Batı Şeria'yı ele geçirmek ve Filistin ulusal hareketinin her türlü görünümünü yok etme meselesini hükumetin ana hedefi haline getirmektir. Geçmiş İsrail hükümetleri Filistinlileri bir sorun olarak görmeyerek statükoyu korumaya çalışmış olsa da, yeni koalisyon döneminde bu durum açıkça değişmiştir. İleriye giden tek yolun Filistinlilerin bir ulus olarak tamamen ortadan kaldırılmasından geçtiğini düşünen bir zamanların aşırı işgalci grubunun gücü artık ana akım haline gelmiştir. Gelecekteki gerilimin bu aşırı işgalcilerden kaynaklanması muhtemeldir.
*red. blogunda yer alan Robert Inlakesh'in yazısı ETHA Çeviri Grubu tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Yazının aslına buradan ulaşabilirsiniz.