Cemil Aksu yazdı | Yerel seçimlerde kazanmak ne anlama geliyor?
Genel seçimler, deprem, yoksulluk, ekolojik yıkım gibi sorunlar ve kadınların yaşama, Kürt halkının özgürlük, Alevilerin eşitlik taleplerinin bile dile getirilemediği, bu doğrultuda tepede yapılan ittifakların tabanda hiçbir inşaya girişmediği -bilakis tabanda inşayı dışlamayı esas aldığı- ve işin iyice "oy ver, kurtul" derekesine indirgendiği bir güçsüzleş(tir)me süreci oldu.
Genel seçimler, Emek ve Özgürlük İttifakı ve diğer sol güçler açısından yenilgi ile sonuçlandı. "İlk turda işi bitirme", "faşizmin kurumlaşmasını engelleme", "AKP'ye kaybettirme" vb. argümanlarla "bir oy Kılıçdaroğlu'na bir oy…" kampanyası yapıldı. O "Alevi Kılıçdaroğlu"nun ırkçı faşist partiye iki bakanlık peşkeş çektiği artık herkesçe biliniyor. Seçimlerden sonra herkes "özeleştiri yapacağız" dedi ama şimdiye kadar kim, ne zaman, nerede hangi hataları yaptı ve bu hataları yapmaya iten motivasyon neydi (öyle ya, kimse kaybetmek için, "özeleştiri" yapmaya mecbur bırakacak hamleler yapmamıştır) sorularına cevap veren bir özeleştiri henüz üretilemedi.
Şimdi yerel seçimlerde de "AKP'ye kaybettirme"yi "kazanmak" olarak gören "taktik"in uygulanacağına dair bazı emareler var. Dolayısıyla yerel seçim ajandası açık ya da kapalı "ittifak" tartışmaları ile dolacağa benziyor.
Bu ajandada deprem, "kentsel dönüşüm", yoksulluk ve de en önemlisi yerel demokrasi, katılımcı kent gibi konulara yer kalacak mıdır acaba?
Demokrasi, yerel demokrasi sık kullanılan boş bir göstergeye dönüşmüş durumda. Demokrasinin anayasal, parlamenter biçimi neredeyse ya da ehven-i şer olarak tek biçim olarak kabul edilmiş durumda. Öyle bir demokrasi mefhumu var ki, antidemokratik, açık ve net olarak Kürt düşmanı olan ırkçı faşist partinin başkanı Akşener'in, siyasal islamcı kadın düşmanı partinin başkanı Karamollaoğlu'nun, faşist MHP'den gelen ve halen faşist olan Mansur'un, İstanbul'u betona boğan inşaat sektörünün üyelerinden ve hayatında demokrasi, insan hakları, adalet üzerine bir kitap bile okuduğu şüpheli müteahhit İmamoğlu'nun ve diğer pespaye kişiliklerin yardımcı koltuğuna oturtulduğu bir sistemden "burjuva demokrasisi"nin "yeniden inşası" için beklenti (daha fazlası aslında) havası oluşturulabildi. Millet İttifakı'nın bileşeni CHP ve hatta "başbuğ" olarak Kılıçdaroğlu, demokrasinin yeniden inşası için kurucu ya da yolu açıcı "kurtarıcı" diye sunuldu.
Burjuvazinin eliyle "demokrasi"ye geçiş ya da "faşizmin kurumlaşması"nın vs. geriletilmesi tezleri, bir de, ABD'de Biden'ın seçilmesi, Almanya'da "trafik lambası ittifakı"nın hükümet olması ile küresel olarak estirilen "demokratikleşme" spekülasyonu ile birleştirildi ki, bunu da ayrıca ele almak gerekiyor.
Neticede seçimlerden sonra, KONDA'nın seçim anketleri üzerinden yapılan derin analizlerle imal edilen "taktikler"in işe yaramadığı ortaya çıktıktan sonra, işçi sınıfından, Kürt halkından kopukluktan vb. dem vuran analizler yapıldı. Sınıf kavramının ve işçilerin hatırlanması bile çok önemlidir. Demokrasi, yerel demokrasi ve yerel seçimler tartışmasını da sınıf ve Kürt halkı gerçekliği üzerinden tartışmaya açarak devam etmek gerekiyor.
Lenin'in en ileri demokrasinin bir sınıf diktatörlüğü olduğu eleştirisi biliniyor. Demokrasi, insan hakları, adalet, eşitlik gibi liberal felsefenin kavramlarının devrimci bir politika için bir araca dönüşmesini sağlayan şey, Lenin'in yaptığı gibi, bütün bu kavramların sınıf ilişkileri temelinde bağlama oturtulması ile mümkündür. Bununla beraber, uzunca bir zamandır -dünyada sosyalizmin önce itibar (1960'lı yıllar) sonra da otorite kaybı (1980'ler) yaşadığı bir zaman dilimi- demokrasi vb. kavramlar sınıfsallıktan kopuk idealler olarak ele alınmaktadır. Oysa Lenin, demokrasinin işçi sınıfı için bir araç olduğunu söylemekten bile çekinmez. Demokrasi için mücadele işçi sınıfının örgütlülük düzeyinin geliştirilmesi, bilinçlenmesi ve egemenlerle ister ulusal, ister kültürel isterse de kimlik sorunları nedeniyle uzlaşmazlıklar yaşayan diğer "ezilenler" üzerinde hegemonya kurmasının bir aracıdır.
Demokrasi sınıfsal bağlamdan kopuk ele alındığı zaman liberalizmin soyut, biçimsel, hukuki normları ile özdeş bir içerik kazanır. Böyle bir demokrasi tasavvuru, mücadele için en uygun koşulların liberal demokrasi olduğunu ön kabul eder ya da böyle bir bilinçaltına sahiptir. Bu bilinçaltından, bu çağda bile, hala burjuvazinin "demokrat", "ilerici" kesimlerinin olabileceğini iddia etmeye kadar varacak tezler bile çıkabilir ve çıkmaktadır.
Sınıfsal bağlamdan kopuk demokrasi, en fazla sınıfın ya da "halk"ın özneleşmesini, dövüşerek özneleşmesini ve bu öznellik üretiminin yolları üzerine düşünmeyi engellemektedir. Hep dile getirilen, tabandan, aşağıdan inşa edilen bir süreç ama savaş olarak demokrasi anlayışı, her vesile ile taban örgütlerinin (dernek, sendika, kolektif, forum, meclis vb.) inşası ve bu taban örgütleri içinde komünist partinin etkisinin güçlendirilmesidir. Bu hedef aslında bütün taktiklerin başarısının da kriteridir. Mevcut "kendiliğinden kitle" hareketini "kendi için kitle" hareketine çevirmeyen hiçbir taktik devrimci değildir.
Genel seçimler, deprem, yoksulluk, ekolojik yıkım gibi sorunlar ve kadınların yaşama, Kürt halkının özgürlük, Alevilerin eşitlik taleplerinin bile dile getirilemediği, bu doğrultuda tepede yapılan ittifakların tabanda hiçbir inşaya girişmediği -bilakis tabanda inşayı dışlamayı esas aldığı- ve işin iyice "oy ver, kurtul" derekesine indirgendiği bir güçsüzleş(tir)me süreci oldu. Genel seçimler göstermiştir ki, herhangi bir sermaye partisinin, tıpkı sermayenin yüzde 300 kar için kendisini astırma olasılığı olsa bile, her türlü cinayeti işleyebilmesi, her türlü tehlikeye atılması gibi, onlara iktidarı verecek yüzde 3 oy için çiğnemeyeceği hiçbir insan hakkı, demokratik ilke yoktur. Bu sürecin sonunda AKP kaybetseydi bile işçiler, emekçiler, Kürt halkı, kadınlar, LGBTİ+'lar ve doğa yine de kaybedecekti.
Şimdi yine seçimler bir "demokrasi sınavı" olarak gündem haline gelmişken, demokrasiden ne anladığımız üzerine bir tartışmaya ihtiyaç var. Liberal felsefenin ön kabulleri ile demokrasi inşasının mümkün olmadığını, sınıfsal bir bağlamda demokrasinin inşasının da ancak burjuvazinin topyekun mahkum edildiği bir mücadele ile mümkün olduğunun altını çizmek gerekiyor. Böyle bir demokrasi mefhumu, ajandasında, seçimler aracı ile, her düzeyde, her alanda örgütsüzleştirilen sınıfın, halkın öz örgütlerinin kurulmasını kazanmak olarak görür. Burjuvazi içindeki siyasi çelişkilerden yararlanacak bir sınıf mücadelesi düzeyinin olmadığı yerde, burjuva kliklerden herhangi birinin "kuyruğuna takılmak" niyetten bağımsız olarak kaçınılmazdır. İşçi sınıfına, halklara, burjuvazinin hiçbir kanadının kendileri için hayırlı bir rüya görmediğini, eğer insanca bir yaşam istiyorlarsa savaşmaktan, burjuvaziyi tarumar etmekten başka şansının olmadığını söylemekten başka bir siyaset seçeneği yoktur.