21 Kasım 2024 Perşembe

Cemil Aksu yazdı | Tatava yapma, safa geç!

Türkiye'nin sorunu "AKP gitsin/kalsın sorunu" değildir. Bir sistem ve rejim sorunudur. Bu sistemin ve rejimin niteliği konusunda AKP, MHP, CHP, İYİP, hepsi ortaktır. Bir tanesi kalkıp Kürt sorununda demokratik bir tek vaatte bulunamıyor. Kadın cinayetleri konusunda da. Yoksulluk konusunda tek dedikleri "biz daha fazla sosyal yardım dağıtacağız" oluyor. AKP gibi bunlar da Türkiye'yi küçük Çin yapmak, küresel sistem için Türkiye'nin her tarafını İliç yapmak istiyor.

Seçimlerde uzun zamandır "stratejik oy kullanma" diye bir söylem ve anlayış geliştirildi. AKP'den kurtulmak için oyların en büyük partiye, CHP'ye akması ve HDP'nin de baraj altında kalmaması mantığı ile çok geniş bir kamuoyu ikna edildi. Bu son yılların en büyük "kamuoyu imalatı" operasyonudur, diyebiliriz. Bu kampanyanın nerelerde üretildiği, nasıl sol sosyalist partilere bile benimsetildiği, hatta HDP'nin bile rıza göstermek zorunda kaldığı başlı başına incelenmesi gereken bir olaydır.

Hatırlayalım, ilk kapsamlı kampanya "tatava yapma, bas geç", "ortamlarda Sırrı'ya verdim dersin" kampanyası oldu. Tarih 2014. Gezi'den hemen sonra. 'Tatava yapma bas geç!' sloganıyla Twitter üzerinden başlayan hareket ile oy verecek olanlardan İstanbul'da Mustafa Sarıgül'e, Ankara'da da Mansur Yavaş'a oy verilmesi istendi. Gezi'ci bir espri ile yürütülen kampanyada, kendisi Gezi Parkında kepçenin önünde duran HDP'nin adayı Sırrı Süreyya Önder'e "AKP karşıtı oyları bölüyorsun" basıncı uygulandı. Bu yaklaşım sonraki yıllarda da daha geniş bir kamuoyu tarafından benimsendi, bazı sol-sosyalist partilerin de temel siyaseti haline geldi.

2015 seçimlerinde de aynı kampanya yapıldı, HDP'nin parti olarak seçimlere girmesi kararı, yine belli kesimlerce ve kimi sol-sosyalist grup tarafından "AKP ile anlaştılar" biçiminde karşılandı. Selahattin Demirtaş'ın ünlü "Seni başkan yaptırmayacağız" çıkışı da bu kampanyaya verilen bir tepki idi. Bu "tepki" bazı çevrelerin çok hoşuna gitti ama bu hoşlanan kesimlerin büyük kısmı asla Kürt halkının barış elini tutanlardan olmadılar. Demirtaş'ın bu çıkışının iktidar mahfillerinde "çözüm süreci"nin bitirilmesi olarak karşılanmasına da sevindi bu kesimler.

Ki, HDP'nin yüzde 13 oy aldığı ve AKP'nin ilk kez parlamento çoğunluğunu yitirdiği 2015 seçim sonuçları da "stratejik seçmen davranışı" ile açıklandı ve "emanet oy" tartışması ile HDP'nin dizginlenmesi için, iradesinin kırılması hedeflendi. Ve sonrasındaki süreç biliniyor. AKP, CHP, MHP ve diğer bütün partilerin işbirliği ile 2015 seçimleri geçersiz sayıldı, HDP'ye karşı dizginsiz bir devlet terörü uygulanmaya başlandı. "Seni başkan yaptırmayacağız" dediği için "alkışlanan" Demirtaş tutuklanırken, herkes "tatava" yapmakla yetindi.

Bu "kamuoyu imalatı" operasyonunun amacı belli idi. AKP karşıtlığının HDP'ye, devrimci demokratik saflara doğru kaymasının engellenmesi. Bu stratejide HDP'nin baraj altında bırakılmamasının iki amacı vardı; birincisi, HDP'nin birinci olduğu illerde ikinci partinin AKP olmasından dolayı, baraj altında kalma durumunda bütün vekilleri AKP'nin alması durumudur. Bu durumda AKP'nin mecliste otomatik olarak 50-60 vekili oluyordu. İkinci neden ise, HDP'nin parlamento dışı kalması, başta Kürt halkı olmak üzere HDP'ye yönelen toplumsal muhalefetin düzen dışı yollara akma riskinin önlenmesidir. Sonuçta HDP'nin parlamentoda varlığı, Kürt sorunu ve diğer sorunların hala burjuva parlamenter sistemde çözülebileceği, barışın sağlanabileceği beklentisini diri tuttuğunu es geçmemek gerekir. Yani Kürdü, bekleme koridorunda hapsetmek için bu strateji uygulanıyor. Yoksa seçimleri iptal eden devlet, HDP'yi de kolaylıkla baraj altı bırakırdı.

Yaklaşık on yıldır uygulanan bu strateji sonuç vermedi. Ne AKP'den kurtulabildik ne de gerçek anlamda demokratik bir muhalefet oluştu. Bunun en berbat, en trajik sonucunu geçtiğimiz milletvekili seçimlerinde aldık. "Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi" program edinen 6+2'li masa (6 parti+iki belediye başkanı) Türkiye'nin önüne bir demokrasi programı ortaya koyamadı. HDP ile açık ittifaktan kaçınırken, CHP/Kılıçdaroğlu, ırkçı, faşist Zafer Partisi ile bakanlık sözleşmesi yapabildi. İttifak'ın "Mutabakat Metni" tam bir kolajdan ibaretti ve en temel demokratik taleplere dair hiçbir şey yoktu. Ne Kürt sorunu, ne İstanbul Sözleşmesi, evine ekmek götüremediği için intihar eden işçi sınıfının, yoksulların sorunları ne de Alevilerin ve diğer kimliklerin talepleri konusunda, bir vaat vardı.

Nitekim bütün hilelere, gerici işbirliklere, kapalı kapılar arkasında yapılan gizli anlaşmalara rağmen "AKP gitsin de ne olursa olsun" diyen bu "stratejik oy kullanma" operasyonu başarısız oldu. Bu başarısızlık toplumda da genel bir karamsarlığa neden oldu. Bu yenilgiden elbette en çok sol-sosyalist hareket etkilendi. Nasıl oldu da bu kadar burjuva cepheye yedeklendi, Cumhuriyet'in en ağır siyasi krizi koşullarında, üstelik de 6 Şubat depreminde tam bir fiyasko yaşayan iktidara karşı sol-sosyalist bir alternatif için birlik olmak yerine daha en baştan CHP'ye ve Millet İttifakı'na payanda oldu? Bunun ceremesini uzun zaman çekeceğiz.

Yiğit düştüğü yerden kalkar demiş, Anadolu'nun bilgeleri. Düştüğümüz yer faşizm, devlet ve demokrasi dersidir. Demokrasi savaşında kısa yollar yoktur, "sarp ve engebelidir". Demokratik bir felsefeye, programa sahip olmayanlar "faşizmin geriletilmesi"nde zırnık rol oynayamazlar. Demokrasi, ona ancak gerçekten ihtiyaç duyanların inşa edebileceği bir şeydir. Burjuvazinin hiçbir kanadının demokrasi amacı yoktur, olamaz. Onların derdi, sömürü ve rekabet kurallarının kanuni olması, yazılı olması ve kamu kaynaklarının bütün sermaye kesimlerine eşit/adil dağıtılmasıdır. Demokrasiye ihtiyacı olan tek güç işçi sınıfı ve ezilen halklardır.

Türkiye'nin sorunu "AKP gitsin/kalsın sorunu" değildir. Bir sistem ve rejim sorunudur. Bu sistemin ve rejimin niteliği konusunda AKP, MHP, CHP, İYİP, hepsi ortaktır. Bir tanesi kalkıp Kürt sorununda demokratik bir tek vaatte bulunamıyor. Kadın cinayetleri konusunda da. Yoksulluk konusunda tek dedikleri "biz daha fazla sosyal yardım dağıtacağız" oluyor. AKP gibi bunlar da Türkiye'yi küçük Çin yapmak, küresel sistem için Türkiye'nin her tarafını İliç yapmak istiyor.

O zaman bu sahte "AKP karşıtlığı" oyununa son vermek lazım. Bunların hiçbiri AKP karşıtı değil. Çünkü bunların hiçbiri demokrasiyi, eşitliği, barışı, doğayı savunmuyor.

Madem stratejik davranmamızı istiyorsunuz, tamam biz de stratejik davranıyoruz: Sizin "ölümü gösterip sıtmaya razı eden" stratejinize karşı, gerici uzlaşmalara, ittifaklara hatta bunun sol içindeki taraftarlarına rağmen, demokrasinin seçimlerle gelen bir şey olmadığını hatırlatıyoruz. Demokrasi, halkın söz, eylem ve örgütlenme yeteneği ve pratiğidir. Halkın her günkü yaşamında bu yeteneğini ve pratiğini geliştirecek bir çaba ortaya konulmadan demokrasi gelmeyecektir. Demokrasi, siyasi liberalizm sınırları içinde değil, hayatın gerçek çatışması olan emek-sermaye çatışmasında temellenir. Emek-sermaye çatışmasında siyasi bir güç oluşturmadan da burjuvazi demokratik reformlar için asla gönüllü olmamıştır, olmaz. Bu yüzden, "reel politik" olmayan, uzun ve meşakkatli bir yolu tercih etmek durumundayız. Burjuvazinin seçeneklerine karşı işçi sınıfının ve halkların demokrasisi seçeneğini inşa etmeyi.