Cemil Aksu yazdı | I Care a Lot filmi: Bir girişimcilik manifestosu*
Yaşlılık kapitalizmde bir sorundur ve her sorun bir girişim konusudur. I Care a Lot filmde de Marla Grayson, genellikle kimsesiz ama kimsesi olsa bile yaşlı insanların bakım ihtiyacını para kazanacak bir işe çeviren bir girişimci. Marla diyor ki, "Servet, insanın gözünü karartması ve sıçrama yapmasıyla kazanılır. Ama o sıçramayı gerçekleştirmeden önce kendine uzun uzun ve derinlemesine bakmalı ve kim olduğunu bilmelisin." Ve sonra av mı yoksa avcı mı, kuzu mu yoksa aslan mı olduğuna karar vermelisin.
Netflix'te yeni yayınlanan I Care a Lot filmi Covid-19 nedeniyle yaşadığımız ağır sağlık krizinin nasıl bir sağlık sistemi, hatta nasıl bir neoliberal rasyonalitenin eseri olduğunu gösteren çarpıcı bir film.
Film kapitalizmde bir "sorun" olan yaşlılık, yaşlı bakımının bir girişimci tarafından nasıl çok karlı bir iş haline getirildiğini anlatıyor aslında. Bilirsiniz, kapitalizm girişimci insanları sever. Ve kabul edelim ki, yaşlıların bakıma ihtiyacı vardır. Çünkü onlar çoğu zaman ya kimsesizdirler, evleri, paraları olsa da günlük hayatlarını sürdürmeleri için belli bir yaştan sonra yardıma ihtiyaçları vardır. 'Yaşlı' bakım işini yıllarca kadınların emeği üzerinden çözen kapitalist sistem, kadın emeğine ev dışında da ihtiyaç duymaya başladığı andan itibaren kapitalist girişimcilere işi havale etmiş oldu. Böylece devletin 'yaşlı' bakımını üstlenme sorumluluğu da gözardı edildi.
Yaşlılık kapitalizmde bir sorundur ve her sorun bir girişim konusudur. I Care a Lot filmde de Marla Grayson, genellikle kimsesiz ama kimsesi olsa bile yaşlı insanların bakım ihtiyacını para kazanacak bir işe çeviren bir girişimci. Fakat tek girişimci o değil elbette; çünkü sağlık sektörü tamamen özel girişime açık bir alan. Marla yaşlıların bakımı için yasal olarak onların vesayetini üstlenen bir 'hayırsever' şirket kuruyor. Piyasanın işleyişi basit: Marla, rutin olarak aile hekimlerini, psikologları vb. dolaşıp onlardan işine yarayacak hastalar hakkında bilgi topluyor. Tabi bu iş için onlara da kazançtan bir pay veriyor. Aile hekimi, 'av' olarak belirlenen yaşlı için bakıma muhtaç olduğuna dair bir rapor hazırlıyor ve Marla da bu raporla mahkemeye başvuruyor. Ve yasal olarak 'av'ın vasisi olarak tayin ediliyor. Ve hemen polis eşliğinde 'av'ın evine gidilerek mahkeme kararıyla artık bakıma ihtiyacı olduğu tespit edildiği için 'yaşlı' kendi evinden alınarak, yine Marla'nın ayarladığı son derece konforlu bakımevine hapsediliyor. Her şey bir anda 'yaşlı' ne olduğunu bile anlamadan olup bitiveriyor. Zaten "Çoğu 'yaşlı' resmi belgeyi ve polisi görür ve hemen kabullenirler" diyor Marla.
Marla da yasal vasi olarak 'yaşlı'nın varını yoğunu satıp kasasını doldurur. Marla, kendisini dipten bir anti kahraman olarak ortaya koyuyor. "Adil oynamak, zengin insanlar tarafından geri kalanımızı fakir tutmak için uydurulmuş bir şakadır" diyor.
Fakat filmin 'güzel' tarafları bununla bitmiyor.
Marla'nın 'av'ladığı yaşlılardan biri normal bir yaşlı değildir. Kimliği ustaca gizlenmiş Rus mafya liderlerinden birinin annesidir. Mafya lideri de Marla'nın 'hatasını' önce yasal yolla çözmeye çalışır, ama mahkeme Marla'dan yanadır. Ve Marla, kaybeden, sıkışan erkeklerin kendisini tehdit etmesinden korkmayan bir kadındır. Velhasıl işler sarpa sarar.
Filmin başarılı yönlerinden biri, alıştırıldığımız Amerikan filmlerinin klişelerini tersine çevirmiş olması. Bu izleyicinin sinirine dokunabiliyor. Rus mafya lideri bir cüce, emrindeki adamlar beceriksiz yani iki yalnız kadını 'haklaya'mıyorlar.
Marla ve ortağı Fred ise, milyonlarca dolar ederinde elmasları alıp kaçmak yerine, bu 'erkekler dünyası' mafyayı 'kadın başlarına' alt etmeye kalkıyorlar. Marla ve sevgilisi Fred kötü, ama mafya lideri de kötü… Fakat seyirci Marla'nın kötülüğünü gördüğü için mafyanın onu öldürmesini arzu eden durumunda kendini bulabilir. Marla ve Fred'den nefret etmeyi sağlayan bir şey de onların lezbiyen olması da olabilir. İzlerken kendinizi yoklayın bakalım…
Peki ne oluyor, bu iki girişimci grubun kapışmasının sonunda? Biri diğerini alt ediyor diye sanıyorsanız yanıldınız. Demek ki, kapitalizm hakkında henüz yeterince bilgi ya da deneyim sahibi değilsiniz. Tam tersine, bu iki düşman girişimci daha çok zengin olmak için güçlerini birleştiriyor. Yani yasadışı yoldan elmas ticareti yapan mafya lideri ile yaşlıların bakım hizmetini çoğunlukla yasal yollardan kar kapısı haline getiren Marla ortaklık kuruyor. Olağanüstü mü? Hayır. Gerçek mi? Evet!
Uluslararası iş yapan mafya sayesinde başlangıçta küçük çapta bir girişimci olan Marla, eğitimden ilaç sektörüne kadar her alanda faaliyet yürüten 80 farklı şirketi bünyesinde barındıran bir bakımevi zincirinin başına geçiyor, hem de 39 yaşında.
Marla diyor ki, "Servet, insanın gözünü karartması ve sıçrama yapmasıyla kazanılır. Ama o sıçramayı gerçekleştirmeden önce kendine uzun uzun ve derinlemesine bakmalı ve kim olduğunu bilmelisin." Ve sonra av mı yoksa avcı mı, kuzu mu yoksa aslan mı olduğuna karar vermelisin. Ve tabi "hayallerine ulaşmak için neleri feda etmeye hazır" olduğuna da karar vermelisin. "Kim olduğunu bil ve bunu lehine çevir."
Tam bir neoliberal girişimci özne manifestosu. Çünkü neoliberalizmde piyasa, özneleri birbirine uyumlu kılarak değiştiren bir keşif ve öğrenim sürecidir. Dolayısıyla bu piyasadaki fail, elindeki "fazla"ları mübadele eden özne değildir, bir hedefi seçen ve bunu gerçekleştirmeye çalışan girişimci insandır.
Neoliberal toplumda insan, aklını kullanarak kendisi başarıya götürecek stratejiler geliştirmek, malumatlar edinmek, yeteneklerini sürekli geliştirmek, işbirliği yapmak zorundadır. Bunun için hiçbir otoritenin altına girmesine gerek yoktur. Evrensel rekabet normu bütün katı, kalıcı ilişkileri bu toplumda eritmiştir, bu nedenle sığınılacak bir otorite de yoktur. Esneklik koşullarında, üretimin, çalışmanın, iş güvenliğinin, geleceğin, kısaca her şeyin küresel olarak belirsizleştiği bir evrende hayatta kalmanın tek yolu bireyin her an her şeye hazır olmasıdır. Dolayısıyla birey her an girişimci halinde olmalıdır. Ancak bu bakış, akış içinde fırsatları görebilir.
Neoliberalizmde Tanrı vergisi bir insan doğası ve oradan temellendirilen bir toplum ya da piyasa yoktur. İnsan doğasını inşa etmelidir. Performans, insanın kendi kendisi ile kurduğu ilişkide olduğu kadar, yaşamının her alanındaki ilişkilerini belirleyen bir ilke haline gelir. İşyerinden yatak odasına kadar "işler" performans mantığı ile yürür.
Fakat film böyle mi bitiyor! Hayat böyle mi bitiyor! İşler her zaman böyle mi dönüyor?
Hayır.
Filmin en başında gördüğümüz, Marla'nın 'el koyduğu' annesine ulaşmaya çalışırken yasal olarak ezilip geçilen bir sıradan mahluk, bir yoksul, bir hiçbir şeyi olmayan bir hiç, ülkenin en büyük televizyon kanalında sahte gülücükler saçarak "kim olduğunu bil ve bunu lehine kullan" vaazları verip dev plazadan çıkan Marla'nın karşısına çıkıyor ve tabancasını ateşliyor. Girişimci Marla ölüyor.
Ama kapitalizm yaşamaya devam ediyor. Çünkü…
*Bu yazı film hakkında spoiler vermektedir.