Aynı ağacın altında
Katliamın ardından 8 yıl geçti, hâlâ dilden düşmeyen bir ağıt gibi anlatılmakta 33 düş yolcusu ve Güney'e yolculukları. Hayattayken yollarımız hiç kesişmedi ama bizler, yoldaşları, gidip geldikleri yolları da, hatıralarını da mıh gibi kazıdık akıllarımıza. Yarım kalan düşlerinin peşine düştük, bir an bile düşünmeden. Düşünmedik, o uçsuz bucaksız düşlerin her bir basamağını en güvenilir taşlarla döşemişti onlar.
Her biri bambaşka yerlerde doğmuş, büyümüş, bambaşka kültürlerde yetişmişti ancak benzer yüce fikir ve duygulardı onları bir araya getiren. Aynı acılara hınçla doldu yürekleri, gözyaşları aynı tattaydı. Aynı anda kalkıyordu sımsıkı yumrukları ve aynı anda iniyordu düşmanın yüzüne. Hep bir ağızdan atılıyordu sloganlar. Bahar türküleri tutturuluyor, leke değmeyen kahkahalar atılıyordu. Hep, bir ağızdan… Samimi ve dolu dizgindi yaşamları. –Zannediyorum ki sevdaları da öyle.– Alıp onları kavganın ortasına bırakan neydiyse, onu mücadelenin her mevzisinde tazecik tutmayı başarabilenlerdi onlar. Yoldaşlığı da aynı samimiyetle örüyorlardı aralarında, sıkı, sıcak. Onları içtenlikle bir araya getiren mücadele, günü geldi, bir ağacın altında buluşturdu; Amara Bahçesinde. Gövdesi, evlatlarını yitirmiş analar gibi dik; dalları, salıncaklar kurulacak kadar güçlü duran…
Kimilerine siper olup yaşatan, kimilerinin hatırına düştükçe içine kupkuru yapraklarını döken o ağaç, bir katliamın sembollerinden olmuştu. Oyuncaklar dizildi toprakla birleştiği yere, fotoğraflar dizildi "öldüğünden haberi olmayan". Bir rüzgar esse, dalları gövdesini sarsacak şiddetle salınır. Sağa sola savurdukları yumrukları en son bağrında durup duran analar gibi… Yaprakları acı acı dökülür, inatçı tohumları bir hışımla iner toprağa. Şimdi o ağaç büyüdü, büyüdü… Esen her rüzgarda tohumlarını dört bir yana saça saça büyüdü, yapraklarını acı acı dökerek büyüdü. Toprağına avuç avuç su taşıyanların hatırına uzadı, dalları sardı, sarmaladı göğümüzü. Sızısı da göğsümüzü… 8 yıldır Temmuz aylarında salınır durur. İçimizde, göğümüzde. Dağlardan ovalardan görülür heybetli. Gölgesi adressizlere pusuladır, yol gösterir, kent meydanlarına, varoşlara iner. Güvenpark'a, Ayvalıtaş'a çıkan sokak aralarından sarkıtır dallarını. Usulca okşar kararlı, genç yüzleri. İnatçı tohumları barikat başlarındaki o genç yüzlerde, mezar başlarında bayrak tutan ellerde, zindanlarda gün sayan mahpusların umutlarında, yeni doğmuş çocuklara verilen isimlerde filizlenir. "O filizler boy verecek, polen polen çiçeklenecek, büyüyecek, büyüyecek…"
Bu satırları, dalları avlumuzun tel örgülerine takılan o yemyeşil ağacın gölgesinde yazıyorum. Budanmış yerlerinden inatçı gülümsemesi tanıdık geliyor. Temmuz gelince her tutsak yoldaşın hücresine süzülür ince ince, hatırası hem okşar hem de sıkıştırır yüreklerini. "Adalet" için çarpan yüreklerini…
Katliamın ardından 8 yıl geçti, hâlâ dilden düşmeyen bir ağıt gibi anlatılmakta 33 düş yolcusu ve Güney'e yolculukları. Hayattayken yollarımız hiç kesişmedi ama bizler, yoldaşları, gidip geldikleri yolları da, hatıralarını da mıh gibi kazıdık akıllarımıza. Yarım kalan düşlerinin peşine düştük, bir an bile düşünmeden. Düşünmedik, o uçsuz bucaksız düşlerin her bir basamağını en güvenilir taşlarla döşemişti onlar. Bize düşen o basamakları soluksuz tırmanmaktı. Ağacın dalları burada da eşlik ediyor bize. Rüzgarına biz veriyoruz yönünü. Her basamağında kupkuru yapraklar çarpıyor yüzümüze, yere düşmeden önce. Öfkemizi bileyen bir zımpara görevi görüyor sanki o kupkuru savrulan yapraklar. Her adımda o slogan yankılanıyor kulaklarımızda: "Suruç için adalet, herkes için adalet!" Biz basamakları tırmandıkça ağaç büyüyor, büyüyor, başka başka ağaçların başka dallarıyla buluşuyor. Artık hangi dal hangi ağaca ait, bilemiyoruz. Tüm dalları birbirine benzer, acı acı yapraklarını savurur, heybetiyle göğümüzde salınır dururlar. Yürekleri adalet için çarpanların hatırına. 8 yıldır göğümüzü saran ağaçların altında, kararlılıkla sürdürüyoruz bu yolculuğu.