Artık yeter harekete geç
Kadın katliamlarının, kadına yönelik şiddetin her gün artarak devam ettiği bu dönemde, 25 Kasım'da politik ve örgütsel görevlerimizin parolası açıktır. İran/Rojhilat'ta başlayan Jîna Mahsa Amini isyanı, yürünmesi gereken yolu göstermektedir. Eylemlerin kitleselliğini, militanlığını kırmaya, büyüyen kadın öfkesini dindirmek için "örgütlü/örgütsüz", "terörist" kavramları ile hareketi bölmeye, "Jin, jiyan, azadî" sloganının kadın kitlelerinde bilince dönüşmesini engellemeye çalışanlar, kadın dayanışmasının gücüyle boşa çıkarılacaktır.
Daha Narin'in aile içi katliamının, 2 yaşında istismara uğrayan Sıla bebeğin, erkek yargı tarafından ceza indirimi yapılan Nurcan Arslan'ın acılarını ve öfkelerini yaşayamadan İkbal ve Ayşenur'un vahşice katliam haberleri geldi. İki genç kadının katliamı, cinsler arası savaşın geldiği noktayı bir kere daha bize gösterdi. Bu savaş, kadının "kurban", "ganimet", "rehine" görüldüğü eşitsiz, kuralsız bir savaş. Erkek egemenliği cins savaşını kazanmak için yargısıyla, medyasıyla, trolleriyle, cemaatleriyle, polisiyle işbirliği halinde her türlü hileye ve yola başvuruyor. Televizyonda, gazetelerde katil erkekler "sapık, cinnet geçiren, akıl hastası" olarak tanımlanıyor, şiddetin ve katliamın faili olan erkekler, erkek-devlet tarafından gizleniyor. Fail silikleşiyor. Katledilen kadının ve katil erkeğin hayatı magazinsel bir şekilde verilerek, toplum ayrıntılarda boğulmak isteniyor ki kadına dönük şiddetin sorumluları açığa çıkmasın. Olay çözülemez bir "gordion ipine" dönüyor. Kitleler "dedektif, bilirkişi, yorumcu" haline dönüştürülüyor. "Seven erkeğe yüz vermeyen", "terk eden kadın", "evli erkekle yasak ilişki yaşayan kadın" söylemleriyle öğlen kuşağında yayınlanan televizyon programları reyting rekorları kırıyor. Öfke, ya katledilene ya da katile yöneliyor. Toplumun dili gittikçe daha fazla erilleşiyor, cinsiyetçilikle kadına yönelik cinsel suçlar meşrulaştırılıyor. Erkek şiddeti toplum içerisinde normalleşiyor. Derin bir toplumsal çürüme ile karşı karşıyayız.
İstanbul'da iki genç kadının katliamının ardından Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, "Bakanlık olarak kadına yönelik şiddeti ve kadın cinayetlerini bu coğrafyadan kazımak için mücadelemizi amasız, fakatsız, sıfır tolerans ilkesiyle kararlılıkla sürdüreceğiz" açıklaması yaptı. İki genç kadının vahşice katledilmesine yönelik yükselen kadın öfkesini durdurmanın arayışı içerisinde olan iktidar, açıklama üstüne açıklama yapıyor. Amasız, fakatsız erkek şiddetinin kökünü kazıyacaklarını söyleyenler; neden İkbal Uzuner 1 yıl boyunca takip edildiğini, taciz edildiğini söylediğinde korumadıklarını açıklamaktan imtina ediyor. Sokakta kadınlar katledilirken neden izlediklerine yanıt vermiyor. AKP iktidarı dönemi boyunca aileyi koruma politikası adı altında neden 7 bin kadın katledildi sorusunu duymazdan geliyor. Sadece eylül ayında yaşanan cins savaşı bilançosuna baktığımızda 34 kadının katledildiğini, 20 kadının şüpheli bir şekilde öldürüldüğünü görüyoruz. Kadınların çoğu erkek egemen devletin "güvenli" diye tanımladığı evlerde, en yakınlarındaki erkekler tarafından katlediliyor. Ensar ve Hiranur Vakfında çocuklara cinsel istismar saldırısında bulunan failler erkek yargı tarafından aklanıyor.
Faşist şeflik rejimi kadınların nasıl giyindiğine, oturduğuna, güldüğüne, ne söylediğine, kaç çocuk doğuracağına, kiminle evleneceğine karar verici olmak istedi. Kadınların öfkesi, isyanı büyüdükçe DAİŞ'e öğrettikleri, öğrendikleri yöntemlerle, "kadının dilini koparma", "kafasına sıkma" şeklinde tehditler savurmaya başladı.
Erkek egemen faşist sistemin, cins savaşını kazanmak için taviz vermeye hiç niyeti olmadığı görülüyor. Faşist şeflik rejimi sokakta, üniversitelerde yükselen kadın isyanını durdurmak için yeni saldırılar, soruşturmalar, gözaltılar, tutuklamalar planlayacaktır. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü yaklaşırken kadın hareketinin önünü, medyası, trolleri, yargısıyla kesmeye çalışacaklarına hiçbir şüphe yok. Biat ettirme, susturma ve korkutma politikasıyla ilerlemek isteyeceklerdir. AKP-MHP faşist iktidarı ilk önce kadının sözünü, gücünü gasp ederek, erkeği silahlandırmaya, eşit ve özgür bir yaşam kurmasına izin vermeyerek ise kadını silahsızlandırmaya çalışıyor. AKP-MHP faşist iktidarı kadına sadece iyi bir eş, anne ve hizmetçi olma rolü biçiyor. Medyasıyla, trolleriyle, cemaatleriyle kadınların yaşamını "magazin"leştirerek, "ahlaklı" olmayan kadınlar safsatalarıyla kadın katliamlarını topluma onaylatmaya, rıza inşa etmeye çalışıyor.
Erkek egemen yargının kadın cinayetlerini meşrulaştıran kararları, saray medyasının görüntüleri, her düzeyde devlet bürokratlarının sözleri, sokakta eril/cinsiyetçi küfürlere müdahale edilmemesi, sosyal medyada canlı canlı kadına yönelik erkek şiddetinin yayınlanması erkeklere cesaret veriyor. Erkeklik ve şiddet kışkırtılıyor. Bundan dolayı her gün onlarca kadın yakınındaki bir erkek tarafından ya şiddete uğruyor ya da vahşice katlediliyor. Kadın cinsine yönelik bir kırım, yok etme politikası uygulanıyor. Cezadan ve tutuklamadan kurtulmanın yolunu bulan erkekler, kadınları "intihar süsü" vererek öldürüyor. "Namusumu temizledim", "çok banyo yapıyordu", "yemeği zamanında hazırlamamıştı" diye savunma yapan erkeğe tahrik indirimi uygulanıyor.
Yükselen erkek şiddeti ve vahşeti karşısında birçok kadın sokakta, evde, geceleri kendini güvende hissetmiyor. Her an "sıradaki ben miyim?" kaygısıyla sokakta yürüyor. Arkasına, sağına, soluna bakmaktan yorulan, şiddetin, tacizin nereden geleceğinin belirsizliği içerisinde güvenle yürüyemeyen kadınların korkusu gerçektir. İşte, yaratılmak istenen de bu korku toplumudur. Bu politika aynı zamanda "Evde hayat vardır" politikasını benimsetmenin yollarından biridir.
Kadın katliamlarının, kadına yönelik şiddetin her gün artarak devam ettiği bu dönemde 25 Kasım'da politik ve örgütsel görevlerimizin parolası açıktır. İran/Rojhilat'ta başlayan Jîna Mahsa Amini isyanı yürünmesi gereken yolu göstermektedir. Eylemlerin kitleselliğini, militanlığını kırmaya, büyüyen kadın öfkesini dindirmek için "örgütlü/örgütsüz", "terörist" kavramları ile hareketi bölmeye, "Jin, jiyan, azadî" sloganının kadın kitlelerinde bilince dönüşmesini engellemeye çalışanlar, kadın dayanışmasının gücüyle boşa çıkarılacaktır.
Önümüzdeki dönem örgütleyeceğimiz pratikler ve eylemler, erkeklere, erkek egemen faşist rejime korku vermelidir. "Kadın katliamlarının hesabını soracağız" sloganı somut ve hesap soran eylemlerle buluşmalıdır. Erkek adaletine karşı gerçek adaleti kurmanın inşasına girilmelidir. Bu aynı zamanda erkek şiddeti sonucu katledilen her bir kadına karşı borcumuzdur.
Unutmayalım ki; yan yana yürüyüşümüz, büyüyen öfkemiz ve gücümüz, birleşik kadın mücadelesini büyütmemiz, erkek şiddetine karşı özsavunma ısrarımız kadınlara kazandıracak, erkek egemenliğine kaybettirecektir. Kadın özgürlük mücadelesi erkek egemenliğinin gölgesinde yürümeyecek, önüne kurulan erkek egemen duvarları yıkacak kadar güçlüdür.
Bu perspektif doğrultusunda önümüzdeki dönemde sosyalist kadınların görevi; kadın katliamlarına karşı kadın kitleleri içerisinde büyüyen öfkeyi ve isyanı açığa çıkaracak ajitasyon ve propagandayı örgütlemek, emekçi ve genç kadın kitleleri arasında sistematik ve sürekli bir kitle çalışması yapmak, yerel kadın platformlarını örgütlemek ve harekete geçirmek, özsavunma pratiklerini geliştirmektir.
Komünist erkeklerin görevi ise ezilen sınıfa mensup erkekleri toplumsal erkekliğiyle yüzleştirmek, saflaştırmak ve yedeklemektir. Kadınlara yönelik tüm bu saldırılar erkekler tarafından yapılıyor, erkekler kendileri adına sorumluluk duymalı ve bu utancın ağırlığı ile hareket etmelidir. Erkeklik ile yüzleşmek yetmez. İşyerlerinde, sokakta, okulda, evde, otobüste, yaşamın tüm alanlarında bu saldırıların erkeklikten doğru geliştiğini görmeli, göstermeli, kadına yönelik her türlü baskı, şiddet ve tahakküme karşı mücadele çağrısı yapmalıdır. Erkek devletin ve erkek yargının erkeklere sunduğu tüm ayrıcalıklardan vazgeçme çağrısı yapmalıdır.
Kadın kitlelerinin birikmiş öfkesi ve isyanı örgütlendiğinde ancak bu tahakkümcü erkek egemen rejim yıkılacaktır. Faşizmin en çok korktuğu şey de kadınların isyan etmesi ve özgür olmasıdır. O zaman hep birlikte faşizmin korkusunu büyütelim, kadın cinayetlerini durdurmak için harekete geçelim, mücadeleyi yükseltelim.
*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 11 Ekim tarihli 188. sayısında yayımlanan başyazısı.