Arif Çelebi yazdı | Faşist çekirdekteki çatlak ya da sömürgeci faşizmin krizi
Faşist şef ve ortağı faşist MHP kitle desteğini yitirmekteydi, her ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmayı kendileri için bir "beka sorunu" haline getirdiler. "Her ne pahasına olursa olsun"un anlamı Sivas ve Gazi, Suruç ve Ankara'da olduğu gibi kitlesel katliamlar, siyasi cinayetler yoluyla halklarımızı korkuyla sindirerek saflaştırmayı, olası bir devrimci ayaklanmayı daha doğmadan boğmayı içeriyor. HDP İzmir il binasına yönelik saldırı bunun işaretidir.
Zorunluluk kendisini bir tesadüf aracılığıyla dışa vurabilir fakat bu her tesadüfün ya da olayın aynı zorunlu sonucu doğuracağı anlamına gelmez. Eğer bir olay beklenmedik sonuçlara yol açmışsa o sonucun oluşması için koşulların yeterince olgunlaşmış olması gerekir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun veliahdının Saraybosna'da öldürülmesi ile birinci dünya savaşının başladığı ileri sürülür. Gerçekte bu sadece bir rastlantıdır. Emperyalistler arası çelişkiler öylesine keskinleşmiştir ki Engels'in daha 1887'de belirttiği gibi "aslında şimdiye kadar hayal bile edilemeyecek ölçüde ve şiddette bir dünya savaşı dışında hiçbir savaş mümkün değildir" artık. Veliaht öldürülmeseydi de hiç olmadık başka bir olay savaşın başlatılmasına vesile yapılacaktı.
Kimileri Sedat Peker'in bir planın parçası olarak ortaya çıktığını söylüyor, Peker ise "kişisel hesap" olarak açıklıyor durumunu.
Meselenin bu yanı üzerine spekülasyon yapmanın bir yararı da gereği de yok, bizi ilgilendiren Sedat Peker'in ifşaatlarının hangi koşulların ürünü olduğu ve hangi sonuçlara yol açabileceğini tartışmaktır.
SÖMÜRGECİ DEVLETİN GÜNCEL KRİZİ VE SAVAŞ PATRONLARI
Peker kendisinin "organize suç örgütü lideri" değil üyesi olduğunu belirtiyor. Bir başka deyişle "ben mafya lideri değilim kontrgerilla üyesiyim" ya da "kontrgerillanın mafya şubesindenim" demiş oluyor. 90'lı yıllardan sonra mafya kontrgerillanın bir dalı olarak örgütlendi. Mafya liderleri örgütsel hiyerarşide kontrgerilla merkezinin birer alt görevlisiydi. Bunların başlıca işi Kürt ayaklanmasını bastırmak için bütçe dışı mali kaynaklar yaratmak ve tetikçi çeteler organize etmekti.
CIA işbirliği ile Gülen çetesi tarafından tasfiye edilerek yeniden organize edilmek istenen kontrgerilla, 2015 Temmuz'undaki saray darbesi ile faşist şefin liderliğindeki devlet koalisyonuna dahil edildi.
Gülen çetesi ile faşist şef arasında şiddetlenen hegemonya mücadelesinin bu koalisyonun oluşmasında etkili olduğu belirtilir genellikle. Bu, görünen gerçekliktir. Rojava devrimi, Gezi-Haziran ayaklanması ve 7 Temmuz seçimlerinde HDP'nin aldığı sonuç bu faşist koalisyonun oluşmasında belirleyici olmuştur. Erdoğan ve Gülen'de ifadesini bulan faşist ikili iktidar koşullarında devrimci durumun bertaraf edilemeyeceğini düşünenler Gülen çetesini dışlayan yeni bir iktidar bloku oluşturdu. Gülen çetesi buna askeri darbe girişimiyle karşılık verse de başarısız oldu.
Bu altı yıllık süreç boyunca burjuva Türk devleti devrimci durumu tasfiye etmek için her yolu denedi. Suruç ve Ankara katliamları, kitlesel tutuklamalar, yüzlerce Kürdün bodrumlarda yakılması, yılları bulan gösteri yasakları, basın özgürlüğünün kırıntısına dahi tahammülsüzlük gibi faşist devlet baskısı ve terörün her biçimi uygulandı. Politik islamcı çeteler desteklendi, örgütlendi ve MİT eliyle kontrgerillanın bir yan kolu hali getirildi.
Kürt ayaklanmasının "kökünü kazımak", devrimci durumu bertaraf etmek, Rojava devrimini tasfiye etmek için tırmandırılan faşist devlet terörü ve işgalci savaşlar için ihtiyaç duyulan giderleri karşılamakta "yasal bütçe harcamaları" yetersiz kalacaktı. Zaten devlet gözetiminde yürütülmekte olan uyuşturucu ticaretinin çapı artırıldı, kara para aklamak için yasal "varlık barışı" dışında bizzat devlet kurumları üzerinden adımlar atıldı. İşgal edilen yerlerde fabrikalar yerlerinden sökülerek Antep, Konya gibi illere taşındı, Efrîn'de olduğu gibi zeytinlikler gasp edildi, petrol kaçakçılığı yapıldı. Devlet gözetiminde ve devlet çıkarları gereği yapılan bütün bu kirli işler elbette büyük ölçüde bireyler, özel şirketler, mafyalar üzerinden gerçekleştirilebilirdi. Haliyle hükümetle, MİT'le irtibatlı bu bireyler, şirketler, mafyalar birer savaş zengini oldu. Bütçeye "bilinmeyen gelirler" olarak giren bu kara paralar aynı zamanda kriz içindeki ekonomiye açılan bir nefes borusu, çapı giderek büyüyen bir kaynak olarak vazgeçilmez hale gelecekti.
Faşist şefin himayesi altında ve aynı zamanda ortaklığında kokain ticareti, her türlü kara para işi ve devlet kaynaklarının üç beş yandaş şirkete akıtılmasıyla zenginleşen lümpen burjuvazi hiç olmadığı kadar büyüdü.
Gel gör ki amaç hasıl olmadı. Kürt ayaklanması bütünüyle bastırılamadı, Rojava devrimi tasfiye edilemedi, HDP'nin kitle desteği aşağı çekilemedi, etkisi zayıflasa da devrimci örgütler ortadan kaldırılamadı.
Diğer yandan halk kitlelerinin ekonomik durumu çekilmez hale geldi, öyle ki tekelci burjuvazi bile geçim sıkıntısı ve işsizliğin yarattığı tehlikeden söz eder hale geldi. Elbette halkın acılarını hissettikleri için değil, bu durumun isyanları koşullamasından duydukları derin kaygıyı dile getirmekteydiler.
Faşist şeflik rejimi siyasi olduğu kadar iktisadi olarak da tıkandı, krizi aşacak bir çözüm gücünden yoksunlaştı.
Faşist şef ve ortağı faşist MHP kitle desteğini yitirmekteydi, buna karşın oluşturdukları yönetim tepeden tırnağa suç şebekesine dönüştüğü için her ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmayı kendileri için bir "beka sorunu" haline getirdiler. "Her ne pahasına olursa olsun"un anlamı Sivas ve Gazi, Suruç ve Ankara'da olduğu gibi kitlesel katliamlar, siyasi cinayetler yoluyla halklarımızı korkuyla sindirerek saflaştırmayı, olası bir devrimci ayaklanmayı daha doğmadan boğmayı içeriyor. HDP İzmir il binasına yönelik saldırı bunun işaretidir.
Peker'in ifşaatları bu siyaseti orasından burasından deşifre ettiği gibi bu yoldan gidilirse burjuva Türk devletinin dağılacağını düşünenleri cesaretlendirdi, bir başka deyişle ifşaatlar bu tür bir iç krizi su yüzüne çıkardı. Şimdi faşist şefin altını oymak isteyenler Peker'e bilgi aktarma yarışına girdiler. Bu nedenle istese de istemese de Peker artık birinci videodakinden başka bir pozisyona geçmiştir.
TARİHSEL KRİZ VE ÇÖZÜM
Peker, bir kısım kontrgerilla şefini, devleti kişisel zenginleşmenin bir aracı olarak kullandıkları için suçlarken dönüp dolaşıp devletin iki temel sorunundan Kürt ve Alevi sorunundan söz ediyor. Bu onun sıradan bir mafya lideri değil yetiştirilmiş bir kontrgerilla elemanı olduğunu gösterir. Peker, bu çıkar çetelerinin bu iki konuyu provoke ederek konumlarını sürdürmeye çalışacaklarını ileri sürüyor.
Türk devleti Kürdün ulusal, Alevinin inançsal varlığını inkar temelinde kuruldu. Kürdün ulusal Alevinin inançsal varlığı tanınmadan bu kriz aşılamaz. Bu iki mesele yakın dönem Türkiye tarihinde, hangi burjuva klik iktidarda olursa olsun, faşizmin durmadan yeniden üretilmesinin başlıca kaynağı olageldi. Ne var ki bu her iki sorunun çözümü yönünde atılacak bir adım burjuva Türk devletinin temellerinden yıkılmasını gerektirir. Peker aslında bu korkunun da dile gelmiş halidir. Böyle bir yıkımla karşılaşmamak için Kürdün ve Alevinin ulusal ve inançsal varlığını tanımadan ama onu sistem içine dahil edecek yeni bir politik açılıma ihtiyaç duyulduğunu düşünenlerin tercümanı olmaktadır Peker.
Burjuva Türk devleti ancak faşizmle ayakta kalabilir. Burjuva Türk devleti yıkılarak yok edilmedikçe bu krizden çıkılamaz. Demokrasi ancak faşizmin yıkılması ile elde edilebilir, bu da mevcut Türk devletinin ortadan kaldırılması ile mümkün olabilir. Ermeni, Rum, Süryani mallarına çökerek zenginleşen Türk burjuvazisinin "çağdaş" takipçileridir marinalara, otellere çökenler. Bu burjuvazinin hiçbir kanadının burjuva anlamda da olsa hiçbir ilerici tarafı yoktur.
Kürt tarafında olduğu gibi Türk tarafında da emekçi saflarda yeni bir yıkıcı kuvvet birikiyor. Peker, el yordamıyla da olsa bu kuvvetin varlığını hissediyor ve onun için burjuva faşist devletin çıkarları doğrultusunda itfaiyeciliğe soyunuyor. "Provokasyona gelmeyin" çağrıları köpeklerin salındığı bir ortamda taşların bağlanmasından başka bir anlama gelmez ve büyük bir trajediden başka bir sonuç doğurmaz.
Tam aksine şimdi kimin elinden ne geliyorsa bunun en azamisini yapmak, cesaretle örgütlenmek, faşizme karşı devrimci özsavunma saflarında buluşmak dışında bir yol yoktur. Demokrasi isteyen devrimci olmak zorundadır zira demokrasinin önündeki başlıca engel olan faşizm, başka bir yoldan ortadan kaldırılamaz.