Amca bana bir sigara ver
Dudaklarının arasında kalan sigarayı yakmayı başaramadı ve yakmam için üst ızgaradan bana uzattı. Dumanı üfledikten sonra sigara başka bir anlam kazandı. Şimdi ayak parmaklarının üzerinde dimdik duruyordu, yaşından daha büyük görünüyordu. Közün parıltısı elinde bir fenere dönüşüyor, hücrenin karanlığını kovuyor, korkusunu ve yalnızlığını yok ediyordu.
Bir sabah, gardiyanın taşıdığı kelepçe demetlerinin çıkarttığı keskin sesin bize yaklaştığını duydum. Kelepçeleri ayaklarımızın dibine fırlattı. Beton zemin sesi emdi ve etrafa bir sessizlik hakim oldu. Elleri bağlamak için bir demet, bacakları bağlamak için daha uzun zincirli bir demet… Her türden sekiz kelepçe vardı, ama biz yedi tutsaktık.
Hücrelerle çevrili küçük bir avlunun ortasında diğerleriyle birlikte dikiliyordum. Süresiz açlık grevine başladığımızdan beri hapishaneler arasında seyahat etmekten yorulduğum için duvara yaslanarak dinlenmeye çalışıyordum. Bu sıcakta aniden dayanılmaz bir fırına dönüşen demir kutunun içinde saatlerce sürecek yolculuğa hazırlanmak için gücümü topluyordum ve mümkün olduğunca çok havayı içime çekmeye çalışıyorum.
Gardiyan kelepçelemeyi bitirdikten sonra bizi nakil aracına doğru götürdü. Arkamdaki hücreden bir ses geldi…
"Amca, bana bir sigara ver."
Hücrenin karanlığına baktım ama kimseyi göremedim. Bir an için hayal gördüğümü sandım. Sonra ses daha yüksek ve daha umutlu şekilde tekrar etti.
"Amca, amca, bana bir sigara ver."
Tekrar hücreye baktım ve seslendim:
"Neredesin?"
"Buradayım, aşağıda!"
Alt kapıya tutsakların yemeklerini aldıkları ve hücreden çıkarılmadan önce ellerinin bağlandığı ızgaraya doğru baktım. On iki yaşından büyük olmayan bir çocuk gördüm. Sigara isteyen bir çocuk!
Ne yapacağımı bilemedim. Acaba ona sigara uzatmalı mıydım? Yoksa dışarıdaki yetişkinlerin çocuklara yaptığı gibi sigara karşıtı bir nutuk mu atmalıydım? Yetişkinler, ah yetişkinler… Sonra bana "amca" dediği için dehşete kapıldım. Şimdiden çok mu yaşlanmıştım? 26 yıllık mahpusluğumda ilk kez biri bana seslenirken yaşıma hürmet ediyordu. Hapishanelerde yaş farkına aldırış etmeksizin birbirimize kardeş, yoldaş veya refik ve son zamanlarda 'savaşçı' diye hitap etmeye alışmıştık.
Ona baktım, sigarayı nikotini içine çekmek için değil de anlamını kuşanmak için istediğini hissettim. Ben de çeyrek asırdan fazla bir süre önce hapishaneye girdiğimde çocuktum ya da en azından genç bir adam. O zamana geri gitmeyi arzuladım.
İkimiz de korkuyorduk. Ben geçen zamandan korktum, o henüz geçmemiş olandan… Ben geçmiştendim o gelecekten. Ben hapishanede sönen bir hayat yaşamış olmaktan korkuyordum, o ise dudaklarının arasında duran sigaranın yakıp yok edemeyeceklerinden. Dudaklarının arasında kalan sigarayı yakmayı başaramadı ve yakmam için üst ızgaradan bana uzattı. Dumanı üfledikten sonra sigara başka bir anlam kazandı. Şimdi ayak parmaklarının üzerinde dimdik duruyordu, yaşından daha büyük görünüyordu. Közün parıltısı elinde bir fenere dönüşüyor, hücrenin karanlığını kovuyor, korkusunu ve yalnızlığını yok ediyordu.
Sigara içmiyordu ama üzerine yapışmış çocukluktan kurtulmaya çalışıyordu. Hapishane dünyasında ve gardiyanların acımasızlığı karşısında masumiyet ağır bir yüktür. Yıllarca yatacağını bildiğinden bu yükten kurtulmak istiyordu. Çocukluğu hakimin ona dört yıl ceza vermesini engellememişti.
Gardiyan bizim için geri geldi, sekizinci kelepçeyi beton zeminden aldı ve çocuğa ellerini kapıdaki ızgaradan geçirmesi için havladı. Çocuk sigarayı parmaklarının arasında tutarak ellerini uzattı. Gardiyan sert bir şekilde sigarayı atmasını söyledi. Ardından İbranice mırıldanarak sigara içen bir çocuk görmekten yakındı. Yine de onu kelepçelemeye devam etti, kilitler zar zor kapatabildi. Küçük bileklerin prangalı görüntüsünden rahatsız olmadı.
Hücreden çıkarıldığında onun kaderin henüz dünyaya getirmek istemediği kendi oğlum olduğunu hayal ettim. Varlığımın her zerresiyle ona sarılmak istedim ve bu babalık duygusu içimde kabardıkça, ağlamak için karşı konulmaz bir arzu duydum. Ama duygularımı sakladım. Çünkü olmak istediği adamın ruhunu bozmak istemedim. Bir yoldaşı ve akranı olarak elini sıkmak için yanına gittim ve sordum: "Nasılsın savaşçı?"
***
KAPISI OLMAYAN YER
Bir gün, okyanusa yaptığım hayali yolculuktan geri döndüğümde, telefonda kızım Milad'a bir daha ki sefere onu da götüreceğime söz verdim. Sanki beni üzmek istemiyormuş gibi cevap vermekten çekinerek duraksadı ve sonra "Ama senin kapın yok ki" dedi.
Uzun bir süre, Milad telefonda "Baba, neredesin?" diye sorduğunda "hapishane" kelimesini kullanmaktan kaçındım. O yaşta bu kelimenin ağırlığıyla tanışmanın ona fazla gelebileceğinden korktum. Yine de kızıma gerçeği söylemeli miyim yoksa saklamalı mıyım sorusuyla boğuştum. Acaba hapishane kelimesinin çağrışımlarının hayal gücünde yer etmesini önlemek için susmalı mıydım?
Milad görüş günleri sayesinde, kelimenin anlamını öğrenmeden çok önce hapishanenin ne olduğunu kavramaya başladı. Ona göre hapishane kapısı olmayan bir yerdi. Babasının kapatıldığı ve bir türlü çıkamadığı bir yer. Eğer kapı yoksa okyanusa yolculuk da yapamazdık. Kahvaltımızı paylaşamazdık. Okula giderken ona eşlik de edemezdim.
Çocuklarımız hayatlarının en erken dönemlerinden itibaren duvarların, parmaklıkların ve kontrol noktalarının hakikatini anlamaya başlar. Bunu "işgal" kelimesiyle tanışmadan çok önce yaparlar. Bu yüzden kendimize, onların gelişimi için son derece önemli olan can sıkıcı bir soru sormalıyız: Bu gerçekliğin yarattığı baskıcı duyguyu, genç kişiliklerini yapıcı bir şekilde dönüştürecek bir eylem gücüne nasıl dönüştürebiliriz?
Milad ile konuşurken "hapishane" kelimesini kullanıp kullanmamam gerektiğini düşünürken, zihnimde tutsaklık yıllarımın anıları canlanmaya başladı. Bu yıllar boyunca kendimi üç nesil tutsak ile birlikte yaşarken buldum; baba, oğul ve torun. Belki de hapishanelerin çocukların hayatındaki yaygınlığı, tutsak akrabalarını sık sık ziyaret etmeleri, onları hapishaneye mahkum olarak geri getiriyor. Hapishanede geçen öykülerimden birinde, "Amca, bana bir sigara ver"de, 12 yaşındaki bir çocuk tutsak benden sigara istemişti. Normal şartlarda, hapishane duvarlarının dışında, hayır derdim. Çocukların sigara içmesini kim ister? Ancak bu ortamda, çocuğun bu istekle bir an önce büyümek istediğini, böylece önünde beliren hapis yıllarıyla daha iyi yüzleşebileceğini veya belki de tutuklanmasının şiddetinden kurtulabileceğini düşündüm. Sigara içme eylemiyle "işte ben bir yetişkinim" diyor gibiydi. Ben de çocuğa bir sigara uzattım. Milad'ın huzurunda nihayet "hapishane" kelimesini telaffuz ettim.
Sonunda Milad'ın bana verdiği talimata uydum. Bana, çocuk gelişiminde dürüstlüğün ne kadar önemli olduğunu öğretti. Sonunda, "hapishane" kelimesini kullandığımı duyması önemli olmaktan çıktı. Bunun ne anlama geldiğini kalbinde zaten hissetmişti. Kapısı olmayan bir yer.
*1986'dan bu yana esir tutulan FHKC'li devrimci ve yazar Walid Daqqah'ın, FHKC Dostları sitesinde yayımlanan kızına yazdığı mektubu Kıvanç Eliaçık çevirdi. Yazının aslına buradan ulaşabilirsiniz.