29 Eylül 2024 Pazar

Tuncer: 12 Eylül'ü aşan bir saldırı var

12 Eylül askeri darbesinin üzerinden 42 yıl geçti. O dönem yaşanan işkenceler, işkencede ölümler, idamlar, bugün farklı boyutlarda sürüyor. Avukat Gülizar Tuncer, yargılama süreçleri, verilen kararlar, yaşanan ölümler bakımından 12 Eylül ile bu dönem arasında değişen bir şey olmadığını hatta aşan bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu aktardı.

12 Eylül askeri faşist darbesinin her yıldönümünde bir 1,5 milyondan fazla insanın fişlendiği, 650 bin insanın gözaltına alındığı, 171'i işkencede olmak üzere 300 kişinin katledildiği, onlarca kişinin idam edildiği anlatılır. 2015 yılında devreye sokulan çöktürme planı ve 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yaşanan sürece ilişkin sık sık 12 Eylül kıyaslamaları yapılır. Gözaltı, tutuklama, işkencenin boyutları bakımından 12 Eylül ve bugün, o dönemle bugün arasındaki farkları avukat Gülizar Tuncer ile konuştuk.

'FAŞİZM BUGÜN 12 EYLÜL'DEN DAHA SİNSİ HÜKÜM SÜRÜYOR'
12 Eylül faşist Anayasasının hala yürürlükte olduğunu hatırlatan Tuncer, "12 Eylül'den bu yana yargı işleyişinde ne değişti diye baktığımızda, aslında çok fazla şeyin değişmediğini görüyoruz" diyerek sürecin özetini yaptı ve ekledi: "Bugünkü iktidar, 12 Eylül'ün ruhunu yaşatmakla kalmıyor, bütün kurum ve kuruluşlarıyla, eskisinden daha geliştirilmiş ve güçlendirilmiş biçimde 12 Eylül'ün varlığını devam ettiriyor. Bütün alanlarda olduğu gibi, yargı alanına yansıyan haliyle de durum böyle. Ama şöyle bir farklılık var belki; 12 Eylül olduğunda, TSK generalleri, yönetime el koydu. Parlamento feshedildi. Siyasi partiler kapatıldı. Sıkıyönetim ilan edildi. Ve askerler sokaktaydı. Herkes ülkede askeri faşist bir diktatörlüğün olduğunu açık biçimde görebiliyordu. Şimdi ise yine faşizm var. Fakat çok daha sinsi ve karanlık biçimde yürütülüyor işler. Sivil darbeler ve bugüne yansıyan haliyle 12 Eylül yargılamalarının farklı biçimde sürdürülmesi, insanlarda hep bir beklenti hali yaratıyor."

'BUGÜN CEZAEVLERİNDE ÇOK DAHA FAZLA ÖLÜM VAR'
12 Eylül döneminde sıkıyönetim mahkemelerinde askeri hiyerarşiye tabi savcı ve yargıçların görev yaptığını, özel yargılama usulleri ve işkenceli uzun süreli gözaltılar olduğunu, işkencede ölümler yaşandığını ve insanların idam edildiğini hatırlatan Tuncer, bugün değişen bir şey olmadığına dikkat çekti. Bugün hapishanelerde çok daha fazla insanın öldüğüne işaret eden Tuncer, "Dönemin işkencede ölüm vakalarıyla yada idamlarla kıyasladığımızda, cezaevlerinde çok daha fazla fiili ölümler var, intihar adı verilen cinayetler var, hasta mahpusların serbest bırakılmayışı var, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları var" dedi.

'GÖSTERE GÖSTERE İŞKENCE YAPIYORLAR'
Tuncer, 12 Eylül döneminde işkencede ölümlerin münferit gösterilmeye, üstünün kapatılmaya çalışıldığını bugünse işkencenin sokağa taştığını kaydetti, "Göstere göstere yapıyorlar. Herkesin bunu yaşayabileceğini, tacizlerle, tecavüzlerle, gözaltı ve cezaevlerinde çıplak arama gibi onur kırıcı aşağılayıcı uygulamalarla karşılaşabileceğini gösteriyorlar. Bunu vekillere, avukatlara, gazetecilere de yayarak sıradan vatandaşlara bakın bunlara yapıyorsak sizlere neler yapmayız mesajı veriyorlar. Semra Güzel hala vekil konumundayken ters kelepçe takılarak, baş eğdirmeye çalışılarak ve bunun videosunu çekerek götürülmeye çalışılması bir işkencedir. Daha öncesinde Gergerlioğlu'nu gördük. O da vekildi ve mecliste yaşandı bu" sözleriyle şiddetin boyutuna işaret etti.

'YARGILAMADA KURALSIZLIK, KEYFİLİK EGEMEN'
Yargılama süreçlerine değinen Tuncer, sıkıyönetim mahkemelerinde dahi, belli hukuki kriterler arandığını, Askeri Yargıtayın bağlayıcı içtihat kararları olduğunu hatırlattı. Bugün ise insanların sadece siyasi görüşleri, faaliyetleri, mezar ziyareti, basın açıklaması, işçi direnişlerini ziyaret gibi bahanelerle "örgüt üyeliği", "yöneticilik", "yardım yataklık" ile yargılandığını ceza aldığını söyledi. O dönem insanların neyle yargılandığını, ne kadar ceza alabileceğini az çok bildiğine fakat bugün belirsizlik, kuralsızlık, keyfiliğin egemen olduğuna dikkat çekti.

'GİZLİ TANIK, İTİRAFÇILAR PSİKOLOJİK SAVAŞ YÖNTEMİ'
Tuncer, "Dolayısıyla birinin 'örgüt üyesi' konumunda sayılması için muhakkak bir eylemlilik gerekmiyor. Gizli tanık yada itirafçı bulunarak ağırlaştırılmış müebbet hapse varan cezalar verilebiliyor" diye ekledi.

Diyarbakır, Mamak, Metris hapishanelerindeki işkenceleri ve zulme karşı yapılan açlık grevlerini hatırlatan Tuncer, devletin askeri faşist darbe döneminde fiziki işkence uyguladığını bugün ise psikolojik savaş yöntemlerini kullandığını aktardı. Gizli tanık ve itirafçı saldırılarının bu yöntemin başında bulunduğunu kaydeden Tuncer, "Gizli tanık müessesesinin varlığı ciddi bir sorun. Bu kişilerin gerçekte var olup olmadığını bile bilmiyorsunuz. Ki bazen olmadıkları ortaya çıkıyor. Bazen polis olduğu anlaşılıyor. İtirafçılar da aynı şekilde. Son dönemde cezaevlerinde özellikle MİT mensupları ya da Terörle Mücadele Şubesinden polislerin avukat görüşüne gidiyormuşcasına tutukluların çağrılarak ikna yöntemleri uygulanmak suretiyle ajanlaştırılmaya, itirafçılaştırılmaya çalışıldığı çokça yaşanıyor" dedi.

İktidarın kendi stratejik yönelimlerine uygun biçimde yaşamın her alanında şiddet politikasını devreye soktuğunun yargının da aynı şeyi yaptığını belirten Tuncer, iktidar nasıl bir çürüme içindeyse yargının aynı çürüme içinde olduğunu söyleyerek çeteleşmeye işaret etti.

'YARGI ÇETELEŞTİ'
Halen yürürlükte olan 82 Anayasasının YÖK, RTÜK gibi kurumların yanında HSYK gibi bir kurum oluşturulduğunu, hakimler ve savcıların siyasi iktidara bağlı hale geldiğini hatırlattı. Bugün ise cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen ucube sistemle bütün erklerin tek elde toplandığını kaydeden Tuncer, Anayasa Mahkemesi, Sayıştay, Yargıtay bütün yüksek yargı organlarının cumhurbaşkanı tarafından seçildiğini hatırlattı. 15 Temmuz sonrası 5 binden fazla hakim ve savcının görevden alınarak yargının AKP-MHP kadrolarıyla doldurulduğunu söyleyen Tuncer, çete, mafya, kontra düzeni içinde yargının da çeteleştiğini, rüşvet, para karşılığı davaların kapatılması, uyuşturucu, seks işçiliği gibi çeteler içinde savcı ve hakimlerin olduğunu anlattı. "İran istihbaratıyla çalışan onun için çete kuran bir savcı yakın zamanda duyduk" sözleriyle çete düzenine işaret eden Tuncer, "Devletin kendisi bir şiddet mekanizması olarak örgütlenmiş bir yapı. Mevcut haliyle yargı devletin ideolojik şiddet aygıtı olma noktasından başta muhalifler, sosyalist ve Kürtler olmak üzere halk için bir tehdit olmaya başladı" diyerek, kadınlar ve çocuklarla ilgili verilen yargı kararlarını hatırlattı.

'FİŞLEMELER 12 EYLÜL'Ü AŞTI'
12 Eylül dönemindeki fişlemeleri hatırlatarak bu dönem bunu aşan bir fişleme yaşandığını belirten Tuncer, 2014-2020 yılları arasında 160 binden fazla insan hakkında "Cumhurbaşkanına hakaret" soruşturması yürütüldüğünü, gözaltına alınıp tutuklananlar arasında 12-15 yaşlarındaki çocuklar olduğunu söyledi. Bu süreci "hoyratça yargılama" olarak nitelendiren Tuncer, süren davalara iktidarın nasıl müdahil olduğunu Kobanê davasını örnek vererek açıkladı.

Erdoğan'dan başlamak üzere İçişleri Bakanı Soylu ve İletişim Başkanlığı Dairesinin, "bunlar katiller, hesap verecekler" tarzı konuşmalar yaptığını, özel videolar çekip kampanyalar yürüttüğünü vurgulayan Tuncer, çok sanıklı mahkemelerde asker ve polis ablukası altında, avukatların hedef gösterildiği, savunmaların engellendiği yargılamalar yapıldığını aktardı. Şişirme dosyalarda bir twit nedeniyle Kobanê davasında olduğu gibi, "insan öldürme, yaralama, kundaklama, çocuk düşürme", hatta HDP'li yöneticilerin kendi üyelerini öldürdüğü gibi suçlamalarla binlerce yıla varan ve 38 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendiğini hatırlattı. Tuncer, "Yani suç ve ceza politikası bambaşka bir yere gelmiş durumda" dedi.

Tuncer, eskiden olmayan adli kontrol adı altında ev hapsi, imza, yurtdışı yasağı, pasaport yasağı uygulamalarıyla devletin muhalifleri ehlileştirme politikası uygulamaya çalıştığını söyledi.

'YENİDEN YARGILAMAYLA HİZBULLAHÇILAR SERBEST BIRAKILDI'
Yargı adaletsizliğinin çarpıcı örneklerine de değinen Tuncer, 2019 yılında bir PKK davası tutsağının başvurusuyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargılamanın adil yapılmadığı kararı verdiğini ve Anayasa Mahkemesi kararının ardından yeniden yargılama başladığını fakat serbest bırakılmadığını hatırlattı. Yeniden yargılama kararı verilenleri serbest bırakmayan yargının Hizbullah, El Kaide ve İbda-C davası sanıklarını dışarı saldığını aktaran Tuncer yaşananları anlattı: "Anayasa Mahkemesi ya da AİHM kararı olmaksızın yüzlerce Hizbullah davası hükümlüsü başvuruda bulundu. Ve Kürdistan mahkemelerinde, Diyarbakır, Mardin, Urfa gibi yerlerde 500'ün üzerinde Hizbullah hükümlüsü serbest bırakıldı. 2000'de Hizbullah operasyonlarıyla alınmışlardı, her bir sanığın onlarca eylemi vardı. 90'lı yıllarda Kürdistan'da yaşanan faili meçhullerin sorumlusu bu insanlar ve kendileri açıkça bunları itiraf ediyorlar. Silahlarla, mühimmatlarla yakalanmışlar, bu kişiler serbest bırakılıyor. Devamında El Kaide, İbda-C davaları sanıkları serbest bırakılıyor. Sol örgüt davalarından yargılananlar ve PKK davası sanıkları serbest bırakılmadı. Sadece 8-10 kişi PKK davasından yargılananlar serbest bırakılarak eşitlik sağlanmış gibi gösterildi."

'FAİLİ MEÇHULLERİN SORUMLULARI SERBEST BIRAKILDI'
İbrahim Çiftçi, Haluk Kırcı, JİTEM, Temizöz ve Musa Çitil davalarını da hatırlatan Tuncer, faili meçhul cinayetlerin sorumlusu olan ve çok sayıda ağır suç işleyen bu kişilerin kısa süre tutuklu kalarak serbest bırakıldığını hatta beraat ettirildiklerini aktardı. Tuncer, devletin Çakıcı gibi sağ, faşist ya da mafya örgütlenmesi içindekileri serbest bıraktığını anlattı, "Bunun eşitliğe aykırı uygulama dediğimiz şeyi aşan bir boyut olduğunu görüyoruz" dedi.

'KATLİAM YAPANLAR SORUŞTURULMADI'
Özyönetim ilanları sürecinde Sur, Cizre ve Nusaybin'de 2 binin üzerinde insanın yaşamını yitirdiğinin BM gibi emperyalist bir kurum tarafından raporlaştırıldığını hatırlatan Tuncer, "Buradan giden adli tıp uzmanı hocalar 12 yaşındaki çocukların çene kemiklerini bulduklarını söylemişti. O mezar evlerin altındaki cesetlerin moloz yığınlarıyla beraber taşındığını gördük. Aileler çocukların uzuvlarının birini Malatya, birini Elazığ Adli Tıp Kurumu morgunda bularak vücut bütünlüğünü sağlama derdine düşmüşlerdi. Bu kadar zor bir süreçti onlar açısından. Sonraki süreçte devlet kargoyla annelere çocuklarının kemiklerini gönderdi, en son bir babanın eline çocuğunun kemikleri torbanın içinde verildi. Bu acımasızlık ve düşmanlık oradan sağ olarak çıkan gençler için de uygulandı. Çıkarılırken yaşadıkları işkencelerin ardından ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları verildi onlara. Fakat bu insanlık suçlarının, vahşetin sorumluları hakkında dava açılmadı" diye konuştu.

12 Eylül döneminde olduğu gibi sonraki süreçlerde ve bugün de devletin, faşistlerin ve mafyanın işlediği suçların üzerinin örtüldüğünü, halkın üzerinde ise yargı eliyle baskının artırıldığını aktaran Tuncel, 12 Eylül'ün en büyük başarısının solun sokak hakimiyetine son vermiş ve kitlelerle olan bağını kaldırmış olması olarak tarifleyerek bugün yapılması gerekenleri işaret etti. Tuncer, "Maalesef ki bugün pek çok yanıyla eskisinden daha azgın yürütülen saldırılar ve şiddet politikalarına karşı muhalif güçler, tepkici, protestocu eylemliliklerin ötesine geçemiyorlar. O eski örgütlü halk gerçekliğine, iradesine dayalı kitlesel eylemlilikler yok. Bunun sağlanması gerekiyor. Yoksa bırakalım milyonları kendi tabanına dahi değmeyecek politikalar, cılız eylemliliklerle, basın açıklamalarıyla çözebileceğimiz bir dönemde değiliz" dedi.