27 Eylül 2024 Cuma

Özgür Yorum: 'Hükümet istifa' sloganı yeterli mi?

Özgür Yorum'un "Hükümet istifa" programına katılan ESP Eş Genel Başkan Yardımcısı Taşkıran ve Perî Belediye Eşbaşkanı Çelebi, Kürt, Alevi, Arap halklarının ve yoksul emekçilerin bulunduğu bölgelerde iktidarın bir tercih olarak halkları ölüme mahkum ettiğini kaydetti. "Hükümet istifa" sloganının önemli fakat sorunun hükümet değil bir sistem, rejim sorunu olduğu için yeterli olmadığını kaydeden Taşkıran ve Çelebi, halkları örgütlemeyi ve mücadeleye katması gerektiğini vurguladı.

Resmi rakamlara göre 45 bin kişinin, iktidarın politikaları sonucu katledildiği depremlerin 24. günü. Özgür Tv'den Arzu Demir'in konuğu olan Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Eş Genel Başkan Yardımcısı Beycan Taşkıran ve kayyım gasbıyla görevinden alınan Dersim Akpazarı/Perî Belediye Eşbaşkanı Orhan Çelebi, süreci değerlendirdi.

Enkazların altında kurtarılmayı bekleyen yüzbinlerce kişi varken, cansız bedenlere hafriyat muamelesi yapılarak enkazlara iş makinalarıyla girildi. Aç, susuz ve soğukta sokağa mahkum edilen halk "devlet nerede" sorusunu sorduğunda karşısında ya paramiliter çeteler ya da eli silahlı güçler çıkarıldı. Deprem bölgelerinde yerel halka işkenceler günden güne arttı, Erdoğan ve Bahçeli başta olmak üzere devlet yetkilileri ekran karşısında halkı azarladı, tehdit etti.

Tüm bu yaşananlar ışığında Taşkıran ve Çelebi, Demir'in "Depremde devlet gerçekten çöktü mü? Erdoğan, neden helalleşme çağrısı yaptı? 'Hükümet istifa' çağrısı yeterli mi? Emekçi sol hareketin görevleri nelerdir?" sorularını yanıtladı.

Özgür Yorum'un "Hükümet istifa" demek yeterli mi başlıklı programında emekçi sol hareketin nasıl bir yol izleyeceği konusunda yürütülen tartışmalar şöyle:

'BU KADAR AĞIR BİR TABLODA DEVLET GERÇEĞİN ÜSTÜNÜ ÖRTMEK İSTİYOR'

Depremin olduğu ilk andan itibaren halkın mahkum edildiği bir çaresizlik var. Enkazın başında, altında. Çıktıktan sonra çadır kamplarında. Şöyle bir tartışma var devletin buna gücü yetmedi. AKP iktidarı devleti boşalttı ve buna gücü yetmedi. Bir taraftan da şöyle diyenler var hayır devlet bu. Sizin bu konudaki görüşünüz ne? Bu ağır yıkımın sorumlusu iktidar ama hangi iktidar, hangi devlet? Neler söyleyebilirsiniz?
Beycan Taşkıran: Bu kadar ağır bir tablo karşısında tabii ki devlet gerçeği çarpıtmak, gerçeği üzerini örtmek istiyor. Ve tabii ki burjuvazi ve bilumum işbirlikçileri bu gerçeğin üstünü örtmek üzere çok kapsamlı bir psikolojik savaş başlatmış durumda. Bir tarafta ifade ettiğiniz gibi tehdit, korkutma, baskı halk dayanışmasının engellenmesi. "Devlet nerede" sorusu soranlara soruşturma açılması, gözaltı. Deprem uzmanlarının bile gözaltına alındığı günlerdeyiz. Halka "nedir bu deprem nasıl bir şeyle karşı karşıya kalacaksınız" sorusuna yanıt vermek üzere bir yerden bir yere gitmek için yola çıkan bilim insanları da gözaltına alınıyor. Geçiyorum politik kesimleri, devrimci demokratik kesimleri bilim insanlarının da artık tehlike altında olduğu koşullardayız. O nedenle de tabii ki bir taraftan bu kadar ağır yıkım karşısında kafalar da karışık.

'HER YERE YETİŞEN DEVLET DEPREM BÖLGESİNE YETİŞMEDİ'
Biz sahadayız her gün. 23. gün bitmek üzere. Deprem aslında bir afete, bir felakete dönüştü. Deprem olarak açığa çıktı ama devlet görevlerini yerine getirmediği için bu kadar ağır bir yıkım ortaya çıktı. Bir tane soru şu devlet 11 kenti etkileyen sorunlar karşısında, yıkım karşısında yetişemez miydi? Evet bu soru sorulabilir. Ama biz bu devletin her yere yetişebildiğini biliyoruz. Özellikle savaş ve işgal söz konusu olduğunda ne kadar çok elde bomba bulundurulduğunun, ne kadar çok 'terörist' vurulduğunun dünyaya 'dünya lideri', 'dünya devleti' olduğunu, dünyayla yarıştığını, büyük bir 'ekonomik yapısı' olduğunu, büyük zenginlikler barındırdığını her gün propaganda edilen bir gerçek. Bu kadar büyük devlet yapısı, bu kadar büyük olanaklar, dünyanın ikinci büyük ordusundan bahsediyoruz  aynı zamanda, bu ordunun elinde çok ciddi teknik donanımın olduğunu da biliyoruz. Büyük sanayi devlerinin olduğu biliyoruz bu sanayi devlerinin elinde büyük teknik olanaklar var. Aynı zamanda Kızılay'ın şirketleştirildiği özeleştiri verebilirim, 2018'de Kızılay'ın şirketleştirildiğini, holdingleştirildiğini öğreniyoruz bu ağır yıkım altında. Biz Kızılay'ı az çok yapısını biliyoruz da toplum bunu herhangi bir sorun yaşandığın sel, afet, yangında toplumun ihtiyaçlarını giderecek sosyal yapı olarak biliyor, bağış yapıyor inanarak ve belli olanaklarda beklentilerini ileterek. Ve bunun karşısında nerede diye soruyor.

'YÜZLERCE HELİKOPTER TEPİMİZDE DOLANDI, YARDIM GETİRMEDİ'
İkinci gün inanın Islahiye'nin köylerindeydik tepemizde helikopter dolanıyor, başka yerlerde de dolandığını öğrendik. Yüzlerce helikopter var devletin elinde. Yolları gördük özellikle fay hattının geçtiği yollar alt üst olmuş durumda. Ama oraya gidebilecek başka araçlar var devletin elinde. Niye kullanılmadı? Denetim için yine üstelik deprem koşullarında hala insanlarımız o göçük altında sevdikleri için yanarken bakın biz ikinci gün bunlara şahit olduk mezarlıktaydık. İnsanlar battaniyeye cenazelerini sarmış onu gömmekle uğraşıyor. Acılı aileler, insanlar. Başka insanlar da yeni ölüleri oraya getirmeye çalışıyor, tepemizde helikopter dolanıyor. Bu kadar yüzlerce helikopterle Adana Havaalanında bekleyen yüzlerce arama-kurtarma ekibini; patronu izin vermediği, devlet engellediği halde yola çıkan maden işçileri neden buralara taşınabilirdi, su taşınabilirdi, temel gıda taşınabilirdi. Bütün bunlar ilk andan yapılabilirdi. Devletin olanakları olmadığından değil bu bir tercih. Deprem anında ne yazık ki gördük.

'TERCİHİN NEDENİ SINIFSAL VE ULUSAL'

Bu bir tercih dediniz. Devlet neden bunu tercih etti sizce bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Beycan Taşkıran: Deprem nerede yaşandı Kürdistan coğrafyası ağırlıklı ve Hatay'da. Bu coğrafyada hem sınıfsal olarak yoksul halkımız, aynı zamanda Kürt-Alevi halkımız oturuyor, Arap halklarımız oturuyor. Zaten devletin yıllardır 'terörist' bellediği, düşman bellediği halklarımız aynı zamanda yoksullar oturuyor. Bir tercih yapıldı. Tabii ki Soma'da maden kazası olduğu oradaki işçi sınıfına yaklaşımı biliyoruz, Bartın'da başka yerlerdeki maden kazalarını biliyoruz işçi sınıfına yaklaşımını biliyoruz. Karadeniz'deki sel felaketini biliyoruz. Amaç yoksul halkımızın sorunlarını afet anında, acil hayati sorunlarını, ihtiyaçların çözmek olmuyor. Bu sınıfsal bir tercih ama ayın zamanda ulusal bir karakteri boyutları olan Kürt coğrafyasında özellikle açığa çıkan bir sorun olarak yaşandığı için çok daha ağır bir tablo açığa çıkmış oldu. Yetişememek, olanaksızlıklar kesinlikle değil. Tülay vekilimiz öfke ve acıyla ifade ediyor, halk meyve ve sebze kasalarını yollara koyarak açtı. İnsanların diğerlerine ulaşması için, arama-kurtarma ekibinin insanlara ulaşması için her  şeyini ortaya koydu. Bu halkın seferberliğine izin verilseydi, devrimci demokratik güçlerin seferberliği kolaylaştırılsaydı, 70 ülkeden on bin arama-kurtarma uzmanının, bütün teknik donanımıyla gelen insanlara kolaylık sağlansaydı bile onbinler kurtarılırdı.

'UMRE'DEN İNSANLAR GELECEK DİYE HAVAALANINDA ARAMA-KURTARMA EKİPLERİ BEKLETİLDİ'
Bir çevirmen diyor ki Adana Havaalanındayız, arama-kurtarma ekipleri gelmiş. Ben onlara çeviri yapıyorum, hızla harekete geçmeye çalışıyoruz. Antakya'ya gideceğiz, burada bekliyoruz. Neyle gidecekleri de belli değil. Aynı zamanda teknik donanımı gelecek, neden bekletiliyor. Öğrendik Umre'den insanlar gelecek Adana Havaalanı'na. Bunun için bekletildik, o kadar çarpıcı gerçekler var ki. İnsan dinlediğinde kabul edilebilmesi mümkün değil. İnsanların göz göre göre öldürüldüğü çok açık.

'AFAD KÜRT, ALEVİ KÖYLERİNDEN GEÇİP GİTMİŞ BİR SU BİLE VERMEMİŞ'
Antakya'da yoldaşlarımız var, Amed'den Antep'e geldim. Pazarcık, Adıyaman, Malatya'ya gittim. Koordinasyon halindeyiz. Halkımızla temas ettik, köylere gittik. Hikaye hep aynı. Açık bir ayrımcılık, göz göre göre ölüm. Malatya ve köylerinde göçükler olduğu gibi duruyor, hiçbir şeye dokunulmamış, yüzlerce insan göçük altında. Tüm köyler Kürt-Alevi köyleri, belirgin bir ayrımcılıkla karşı karşıya kaldıklarını, AFAD'ın köylerinden geçip gittiğini, hiçbir şey sormadığını, çözmediğini, su bile vermediğini söylüyorlar. Diğer yerlerde de özellikle Antep'de de Adıyaman'da da gördük. Hatay, Adıyaman ve Pazarcık'ta orada HDP, ESP başta olmak üzere bütün demokratik kurumların, cemevlerin ortak koordinasyon noktaları her gün tehditle kaldırın deniyor. Bunun anlamı ne, yapamamak mı? Tabii ki değil. Yapılanlar engelleniyor. Yapamamak değil.

'KIZILAY HOLDİNGLEŞTİRİLEREK 12 ŞİRKETE AYRILMIŞ'

Kızılay meselesi insanın kanını donduran bir şey. Devlet tercih etti. Bu tablo içerisinde, o insanlar orada çadır istiyor, sokakta kalıyor ama bir kurum devlet dışı gibi gözüküyor idari yapısı bakımından, sermaye kazanıyor. Çadırları satıyor aynı zamanda kanı da satıyor. Kızılay'ın içerisinde bulunduğu bu durum bize içinde bulunduğumuz sistemin yaratmış olduğu ahlaka ya da kültüre, siyasete dair ne diyor. Siz depremde çadır isteyen halkı duyan biri olarak Kızılay'ın bu yaptığı ne hissettirdi size?
Orhan Çelebi: Şu bir gerçek, bunun tam adı çürüme. Hem siyasal olarak çürüme hem de devletin bir kurumunun ticari bir kurum haline getirilerek holdingleştirilip, kamu yararına çalışması gereken, halkın ihtiyaçlarını hızlıca temin etmesi gereken bir durum holdingleştirilerek 12 şirkete ayrılmış, özelleştirilen tamamen ticaret yapmak amacıyla kurulan şirketler haline gelmiş. Kan satışına dair daha önceden kimi duyumlar alıyorduk, özellikle İsrail'e sattığına dair çokça söylemler vardı. Ama bu depremle birlikte Kızılay'ın kendi envanterinde bulunan çadır, gıda vb maddeleri ticaret amacıyla sattığını bir kez daha öğrendik.

'KIZILAY'IN BAĞIŞLARI SATMASININ KABUL EDİLEBİLECEK YANI YOK'
Bu tamamen çürümenin geldiği noktayı bize gösteriyor. Zaten insanların bu tür afetler karşısında temel ihtiyacı olan ilk elden çadırdır, barınacağı bir yer. Kış koşullarındayız birçok ilde eksi 15-20-25 derece soğuğun olduğu bir mevsimde insanların büyük bir katliamla karşı karşıya geldiği noktada ilk üç gün devlet yok. Erdoğan'ın Adıyaman itirafı da göstergesi, helallik istemesi de öyle. Biz birinci günü Amed'de enkazların başındaydık, üçüncü günden sonra da ben Nurhak'ta, Beycan Antep'te diğer arkadaşlarımız başka noktadaydı. Gördük ki devlet buralara uğramamış. AFAD'ın sembolik bıraktığı çadırlar dışında hiçbir devlet kurumunun ilk üç gün duruma müdahale etmediği, enkazlara girmediği çok açık. Özellikle Pazarcık, Elbistan, Nurhak gibi köylerde hasar oluşmasından dolayı köy yollarının ilk üç gün hiç açılmadığı, ilk üç gün hiçbir ihtiyacının karşılanmadığını da kendi gözlerimizle gördük. Nurhak'ta baz istasyonunun çökmesinden kaynaklı Nurhak halkı akrabalarına ulaşabilmek için zar zor koşullarda Elbistan merkezine ya da yüksek dağlara ulaşarak, yurt dışındaki insanlara ulaşarak oraya bir an önce gitme talebinde bulundu. Yurt dışındaki insanlar bize ulaşabiliyor ama Kızılay, AFAD ya da devletin yetkilileri o ilçeye ulaşıp, insanların sorununu çözemiyor. Bu gerçekliği de görmemiz gerekiyor. Kabul edilecek bir durum değil. İnsanların bağışlarıyla toplanan yardımların ticaret amacıyla kullanılmasının kabul edilecek bir yanı yok. Bu Kızılay'a olan güvenin tamamen kalkması anlamına geliyor.

'4. GÜN İSTANBUL'DAN GELİP ENKAZDAN CENAZESİNİ ÇIKARANI GÖRDÜM'

Çadır konusunda oradaki tablo nasıl, neler söyleyebilirsiniz bize?
Orhan Çalebi: Çadır konusunda hala sıkıntılar yaşanıyor. Özellikle ücra köşelerde. Pazar günü Beycan'la Malatya'da Kürecik, Ören ve bazı yerleri gezdik. Örneğin Ören yerle bir olan bir mahalle. Hala insanlar çadır bekliyor. Hiçbir hafriyat kaldırılmamış. Ören kayısıcılık üretimi yapan bir bölge olduğu için de üreticilerin tüm kayısıları enkaz altında kalmış, tanık olduk. Yardımcı olduğumuz üreticiler kendi çabalarıyla, ekmek parası olan kayısıları elleriyle çıkarıp onları korumaya alma çabasındaydı. Hala çadır verilmeyen onlarca aile var. Bir aile bize, 'İstanbul'dan kalkıp geldim 4. gün. Enkazdan cesedi kendimiz çıkardı' diyor. 4. gün kendi çıkıp geliyor, kardeşinin cesedini enkaz altından kendi çıkarıyor. Yani dördüncü gün orada herhangi bir devlet kurumunun, yetkilisinin olmadığı bir kez daha görülüyor. Hala insanlar dışarıda.

'İNSANLAR SIĞINMAK ZORUNDA KALDIKLARI YIKIK, DÖKÜK EVLERDE DEPREME YAKALANDI'
Son Malatya depreminde evinde kalmak zorunda kaldı insanlar çadır olmamasından dolayı. Yıkık, dökük eve sığınmak zorunda kaldı. Bunu sorgulamamak, nedenini açığa çıkarmamak mümkün değil. İnsanlar niye yıkık dökük evde kalmak zorunda; zemheri ayı, soğuk, soba yok, kömür yok, odun yok. İnsanlar gidip yıkılmak üzere olan evlerinde kaldı. Malatya'da 5,9 depreminde 38 bina yıkıldı, 3 vatandaşımız hayatını kaybetti, onlarca insan enkaz altından çıkarıldı. Bunlar imkansızlıktan değil bilinçli şekilde müdahale edilmemesi. Ya da devletin beceriksizliği de diyebiliriz. AFAD denen kurumu çok büyük övgülerle tanıttılar ama AFAD'ın hiçbir şeye yaramadığını yaşamda, pratikte gördü insanlar. Çadırlara kendi reklamını yapmak, 100 haneli köye 20 çadır bırakmakla bu işin olmayacağını kendimiz gördük. Hele ki halkın halka dayanışma ağının hızlıca örülmüş olması belki de daha ağır sonuçları engelledi. İnanın halkı halka bıraksalardı bu facia bu kadar sonuçlanmaz bu kadar kayıp vermezdik. Devlet büyüktür, her şeyin altından kalkar anlayışı olduğu için bu sonuçlar karşımıza çıktı. Ama aynı devlet Adıyaman'da itiraf etti yetişemedik, gelemedik dedi. Ve helallik istedi. Bu halkın bu helalliği kabul etmeyeceğini zaten yaşanan trajedi, yaşanan katliam bir kez daha gösterdi. Elbistan'da Bahçeli'nin tavrının siyaset insanına yakışır bir tavır olmadığını, bir eleştiriye dahi tahammül edecek gücü kendinde bulmadığını gördük. Bunun tamamen acizlik olduğu, bir çıkmaz olduğu, beceriksizliğin açık örneği olduğunu, demokrasinin kendisi için ne kadar kötü bir şey olduğunu tavrıyla ortaya koydu.

'ÇADIRKENTLERİ TOPLAMA KAPLARINA DÖNÜŞTÜRECEKLER'
Şu an büyük çadırkentler oluşturmayla uğraşıyorlar, kimi kuruluşların konteynır kentler oluşturmaya çalışıyorlar, dayanışmayla oluşturulan yerleşim yerleri var. Bunlara da devlet kendi cephesinden müdahale ediyor. Örneğin Amed'de bin çadırlık, çadırkent oluşturuldu. Çadır mekanları dağıtıldı tek bir noktada toplanma başlandı. Buraya dair de toplama kamplarında yaptığı gibi kartlı giriş sistemi oluşturulduğu, orada yaşayanların hiçbir insanın ya da kurumun,kuruluşun, çadır kente girmesini engellemeye yönelik sistemin getirileceği duyumlarımız var. Toplama kampı, denetim altında tutma, insanların dışarıyla kurulacak bağının koparılması anlamına geliyor. Kabul edilecek bir durum değil.

'SORUNLARI GİDERME ÇABASINDA OLANLARI UZAKLAŞTIRIYORLAR'

Erdoğan Antakya'ya Amed'e ve  diğer yerlere gitti. Ama Adıyaman'daki konuşmasında 'bizim de hatalarımız oldu' dedi. Hatalarımız dediği resmi rakamlara göre 45 binin üzerinde insanın katledilmesi. Helallik istedi ve sonra çocuklara para attı. Yani Erdoğan ne oldu da bir helallik isteme moduna geçti, bu konuya dair yorumunuz nedir?
Beycan Taşkıran: Toplumda bu acıyı yaşayan halklarımız özellikle de hem ekran karşısında gören ayın zamanda deprem alanlarına gelen binlerce gönüllü arama-kurtarma çalışmasından, halkımızın ihtiyacını giderme çabasında olan herkes. Enternasyonal, devrimci demokratik güçler herkes partimiz ESP, bir gerçeği ortaya koydu. Yaşananları çıplak şekilde ortaya koydu. Bu öfkenin sonuçları olacaktır. Bu öfke görüldükten sonra ifade edilmiş  sözler, helallik isteme, durumu kabul etme, devletin ilk üç gün bir şeyi yapamadığı. Bilim insanları ilk bir buçuk günün çok kritik olduğunu söylüyor çünkü insanların tedavi ve iyileşme olanakları açısından kritik ve hayati. Ama üç gün uğranmadığı itirafı var, hala çadır ve temiz tuvalet sorunu çözülebilmiş değil. Havalar ısınmaya başladı, salgın hastalık riski var. Uyuz vakaları açığa çıktı. Çocuğunun kaşındığını ifade eden insanlara 'git sonra gel' deniyor. Ciddi bir tepki oluştu. Oradaki devrimci demokratik örgütler, TTB, KESK'e bağlı SES, Eczacılar Birliği bu soruna müdahale etme, bir beklentisi olmadan halkımızın psikoloji, sosyal, sağlık sorununu giderme çabasında olan herkes uyarıyor ama onlar kalkın gidin buradan, 'burada başka konteynır kent yapılacak' deniyor. Bunun bahane olduğunu hepimiz biliyoruz amaç oradaki kolektif mekanizmayı, halkla beraber günlük yaşamı örgütlemeye çalışan kurumların, bizlerin oradan gönderilmesi. Bunlar orada dururken, basit sorunlar bile çözülemezken bu itiraf geldi. Öfke tabii ki ortadan kalkmış değil şu an derin de bir acı var, insanlar bu yaşadıklarına inanamıyor. Hala devlet nasıl gelmedi sorusunu soruyor.

'BU İTİRAFIN NEDENİ POLİTİK FAY HATLARININ KIRILMASI'
Bu bölgelerde AKP'ye oy veren onbinler, yüzbinler var. Onlar da şaşkın. Devlet yokken halk arasında ne yaşandı. Ne açığa çıktı. Bunu da konuşuruz. Bu itirafın asıl nedeni büyük bir toplumsal duyarlılık, gerçeklik,dayanışma büyük bir sorgulama büyük bir politik fay hatlarının kırıldığı, çok açık. Her şeyin tartışmalı hale geldiği, devlet gerçeğinin, yapısının sorgulandığı, devletin sınıfsal karakterinin çok açık açığa çıktığı gerçeğinde bu sözlerin, helallik isteme yaklaşımının bir anlamı var.

'İKTİDARIN-DEVLETİN OLMADIĞINI PRATİK YAŞAMDA GÖRDÜLER'

'Devlet nerede' sorusundan 'devlet yok'a geldi halk. Hem bu soru hem de 'devlet burada yok' sözü halkın toplumsal siyasal bilincinde nasıl bir değişim yaratabilir ya da yaratıyor? Bu konuda ne söyleyebilirsiniz? Halk da bir devlet algısı var güçlü. Halktaki bu algının devletin başında kim olursa olsun bu algının yıkıldığını söylemek mümkün mü?
Orhan Çelebi: Devlet-iktidar denklemini bence iki yönlü ele almak lazım. Devlet yok denildiğinde devleti AKP ile bir gördüğü için doğal olarak burada iktidarın da olmadığını, devletin AKP olduğunu düşünerek devlet yok gibi bir sonuca gidebilir. Diğeri ise AKP gerçekten ortada yok ve AKP'den umudu tamamen kesmiş, doğal olarak iktidar olan AKP'nin soruna çözüm olmayacağını söyleyerek devleti arayan bir sonuç da çıkarabiliriz. Devlet ve iktidarın iç içe geçtiği, '99 depremi ya da daha önceki kimi dönemlerdeki yaşanan bu tür felaketlerde devletin müdahale gücünün, özellikle askeri gücü bu tur alanlara gönderen, arama-kurtarmaya ilk müdahale eden askeri güç olduğu için devletin müdahale ettiği algısını hissettiriyor. Burada da AKP kendisini devlet olarak görüyor, toplumun büyük bir kesimi de devlet AKP'dir algısıyla hareket ediyor. Devleti arayanla AKP'den umudu kesen bir sonuç da ortaya çıkar. Ama ne dersek diyelim sonucun aynı olduğunu, her ikisinde de insanların beklentisine cevap veren bir iktidarın, devletin olmadığını pratik yaşamlarında gördüler. Hala bu soruyu soruyorlar. Bazı yerlere devlet kurumları gitse de devlet yetkililerinin hele ki AKP vekillerinin hiçbir yere uğramadığına dair çok ciddi eleştiriler var.

'AKP'Lİ PAZARCIK BELEDİYE BAŞKANI PAZARCIK'A UĞRAMADI'
Pazarcık'a gittiğimizde Pazarcık belediye başkanı AKP'lidir, Dersim Belediyesi depremin birinci günü saat 16.00'da Pazarcık'a gidip aşevi ve yardım tırını götürdü. Silopi belediyesi birinci gün orada aşevi oluşturdu ve 3 bin kişiye yemek çıkarmaya başladı. Ve gittiğimizde de halka sorduk, devlet yetkililerinden ya da AKP vekillerinden ya da Pazarcık belediye başkanı  buraya geldi mi diye. Ki biz 5. ya da 6. gün gittik, oradaki insanlar hiçbir devlet yetkilisinin gitmediğini Pazarcık belediye başkanı insanların sorununu çözmekle yükümlü bir yerel yönetim oraya uğramadığını gördük, duyduk. Silopi belediyesi,Dersim belediyesi yüzlerce kilometreden kalkıp gidiyor ama oradaki belediye, yerel yönetim oradaki insanların sorunlarına çözüm bulmak için adım atmıyor. Bunu diğer illerin hemen hemen hepsinde ortaya çıktı. Zaten Erdoğan, Bahçeli ilk başlarda oluşacak  tepkinin farkında olarak bir hafta on gün sonra sahaya indi. Kentler boşaltılmaya başlandı ondan sonra sahada gezmeye başladılar ama ona rağmen çok ciddi bir tepkinin olduğunu pratikle gördük.

'DEVLETLE HALK ARASI ÇELİŞKİ KESKİNLEŞTİ'

Bütün bu yıkım içinde siyaset de yapılmak zorunda, yapılıyor da aynı zamanda. Devletle halk arasındaki çelişkinin aslında keskinleştiği sonucunu çıkarabiliriz. Eğer böyleyse o zaman bu dönemin mücadele zemini nasıl olmalı bu yıkım içinde? Yakın bir zamanda hükümet istifa şeklinde talep öne çıkmaya başladı, dolayısıyla bunu da hatırlatarak nasıl bir mücadele, devrimci mücadele yürütmek gerekiyor? Bu konuya ilişkin neler söylersiniz?
Beycan Taşkıran: Devletle halk arasında çelişki keskinleşti evet. Türk halkı açısından da böyle. Çünkü insanlar çok büyük acılarla karşı karşıyayken, gereğinin yapılmaması bunu yaşamayan insanlara da derin etkisi oldu. Onlarca insanla konuştuk, halkımızın sosyal medyada verdiği tepki ve refleksler, aydın, akademisyen, bilim insanları, meslek odaları, sendikalar, cemevleri, tüm politik kurumlar ve özneler dışında vicdan sahibi bütün insanlar bu meseleyi kabul edemiyor. Bunu böyle açıklayamaz devlet diyor yapamadık, gelemedik kimse buna inanmıyor.

'HALK DEVLETİN DEĞİL TERÖRİST İLAN EDİLENLERİN YANINDA OLDUĞUNU GÖRDÜ'
Bir diğer somut gördüğümüz yıllardır Kürt ve Türk halkları ve diğer halkların düşmanlaştırılması, saflaştırılması, ırkçılık ve milliyetçilik temelinde. Halk açısından da sorgulanır hale geldi. 'Gavur' diye, düşman diye kodlanan diğer halklardan insan geldi devlet gelmedi ama 70 ülkeden insan geldi. Onlar enkazdan çıkarmak için her şeyini ortaya koydu. Güney Kürdistan'dan Barzani Vakfı geldi, yıllardır terörist diye bellenen HDP, yıllardır terörist diye ilan edilen ESP her yerde, yıllardır terörist ilan edilen devrimciler her yerde. Son 7-8 yıldır halkımızla mesafe açılmış, Alevi, Kürt halkımızla teması zayıflamış olan halkımız da gördü. Halkın dostları devrimcilerdir, demokratik kurumlardı. Diğer uluslardan halklar düşmanımız değil kardeşimiz. Halkın halktan başka, ezilenlerden başka dostu yoktur gerçeği görüldü.

'YAŞANANLAR SİYASİ DEPREM YARATACAK'
Malatya'dan çok çarpıcı örnekler geldi. Bizim de tanık olduklarımız var Malatya çok çarpıcı. İnsanlar diyor ki Kürdün ekmeğini yiyoruz, devlet gelmedi ama Şırnak'tan ya da başka bir ilden ekmek gönderilmiş. AKP'ye oy veren halklarımızın olduğu yerde ilk anda ekmek, su gönderilmiş. İnsanlar bunu ifade ediyor. Sohbet ediyorsun Türk halkımızla, bizim aramızda düşmanlık yok. Aşağı mahallede Kürt halkımız var bizim onlarla nasıl düşmanlığımız olabilir. Bu süreçte bütün bu öğretilenleri sorguluyor çünkü onların yanında Kürtler, devrimciler başka halklardan insanlar vardı. O yüzden bu ciddi bir sarsıntı yaratacak, siyasi bir deprem yaratacak. Bu kendiliğinden olacak bir şey değil, sonuçta politik kurumların, devrimcilerin kendiliğinden bir açığa çıkmasını beklemek değil bu acının örgütlenmesi hazım, bir hesap sorma düzeyine çıkarılması lazım. Bir taraftan bir yaşam örgütlemeye çalışırken, göçertme, sürgün politikasına, yeni rant alanları politikasına, deprem olan yerlerde parsel parsel paylaşıldığı yansıyor. Bunlara karşı daha insani bir onurlu, özgür bir  yaşam için halklarımızı örgütlü bir mücadeleye doğru çağırma. İçe dönme, içe kapanma değil bütün bu acılardan sonuçlar çıkarma, bilince, mücadeleye dönüştürme göreviyle karşı karşıyayız. Bu kadar büyük acılardan her zaman büyük mücadeleler çıkmayabilir eğer biz gereğini yapmazsak.

'MESELE SADECE HÜKÜMET DEĞİL REJİM VE SİSTEM SORUNU'
'Hükümet istifa' sloganı da yeterli değil, çünkü mesele hükümet değil rejim ve sistem sorunu. Bütün kurumlarıyla devletin gereğini yapmadığı, tercih yaptığı açığa çıktı. Mesele hükümet değil, hükümet ve devlet evet iç içe geçmiş durumda. Sahada şöyle kafa karışıklığı yaratmak için şu da söyleniyor, 'devletimiz büyüktür evet hükümet gereğini yapmadı'. Böyle olmadığını bütün kurumlarıyla AFAD başta olmak üzere, kurumlardaki ağırlıkta yandaşlar  doldurulduğu meslekle uzmanlıkla alakası olmadığı çok açık ortaya çıktı. Bir AFAD yetkilisinin gelip AFAD masasından bir şey isteyen bir kadın emekçiye 'git yüzüğünü sat' dediğini görüyoruz. Bu kadar çarpıcı, pervasız bir halk düşmanı bir durum. Bu kadar acı yaşayan bir halka bu deniyor. Baştan aşağı bir sistem sorunu, bu sistem değişmeden, yıkılmadan, özgürlükçü onurlu bir yaşam mümkün değil.

'EMEKÇİ SOL HAREKET DE BİR DENEYİM ELDE ETTİ'

Emekçi sol hareketin içinde bulunduğu bu dönemdeki temel görevleri neler?
Orhan Çelebi: Emekçi sol hareket de bu kadar büyük bir felaketin karşısında bir deneyim elde etti aslında. Daha önceki kimi süreçlerde belli deneyimler vardı ama bu kapsamlı bir felaket karşısında pratik bir deneyim de elde etti. Buradan çıkaracağımız sonuçlar da şüphesiz var. Bu tür durumlara hazırlıklı olmak, halkımızın yaralarını sarmak, acılarını hafifletmek ve daha kapsamlı müdahalelerde  bulunmak için çıkaracağımız sonuçlar var. Belki önümüzdeki süreçte her bir kurum, siyasi parti, yönetim açısından ele alınıp değerlendirilecektir. Biz Dersim'de çalışmalara başladık, depreme hazır hale gelmesi için. Kamuoyuna yansıyacaktır.

'SİYASAL TEŞHİRİN ETKİLİ YÜRÜTÜLMESİ GEREK'
Şüphesiz siyasal sonuçları bakımından emekçi solun kendisine sonuçlar çıkarması gerekiyor; bir bu dönemde deprem bölgesindeki kitleler devrimcilere, sosyalistlere gerçekten muhalif siyasi partilere önemli oranda bir güven duydu. Beycan da ifade etti, terörist gördüğü siyasetin öyle olmadığını, kendisinin yanı başında en yakın dostu olduğunu, ilk yardım elini uzatanın o olduğunu gördü. Oradan kendisine yeni bir görev çıkardı. İkincisi siyasal sonuçlarının iktidar açısından geniş kitlelere taşınması gibi bir sorunumuz var. Siyasal teşhirinin etkili yürütülmesi gerek. Birçok verisi açığa çıktı, iktidar bu enkazın altında kaldı ve temel sorumlusudur. Doğal olarak devrimci, sol hareket, siyasal sonuçlarını iktidara fatura edilmesi için geniş kitleler içinde çalışma yürütmeli. Hem ideolojik hem siyasal hem de örgütsel anlamda saflaşmaya ihtiyaç var, emekçi halkımızın bu saflaşmada kimden yana tutum takınması gerektiğini bizim söylememiz gerekiyor. Bunu pratiğe geçirmemiz gerekiyor. Yoksa sadece depremde mağdur duruma düşen insanların yardımına koşmak, onların kimi gereksinimlerini karşılamak şüphesiz bir görev, ihtiyaç ama bununla birlikte kitlelerin siyasal tercihte de değişime gitmesi için bir propaganda ve örgütlenme seferberliğine ihtiyaç var.

'SİYASAL SONUÇLARI İKTİDARA FATURA EDLİMELİ'
Birleşik mücadele bakımından da ortaya çıkan sonuçlar var Hatay'da Antakya'daki ortak mekanizmanın oradaki duruma müdahalesi bizim açımızdan örnek. Gezi sürecinde yaşanan deneyimler ama deprem sürecinde de yaşanan ortak yaşam alanlarının oluşturulması, ortak çözümler bulunması bizim birleşik mücadele alanında da daha etkin ortaklıklar geliştirme ve daha etkin çalışmalar yürütme gibi görevimizin olduğunu söyleyebilirim. Doğal olarak siyasal sonuçları iktidara fatura edilmeli ve bunun mücadelesi yürütülmelidir.

'KENTLER YENİDEN İNŞA EDİLİRKEN HEPİMİZE MEZARLIK YAPILACAK'
Beycan Taşkıran: Öncelik birleşik mücadelenin örgütlenmesi, her alanda açığa çıkan veriler, ağır sonuçlar üzerinden birleşik bir mücadeleyle hesap sorulması. Halklarımızın halkçı, emekçi bir seçenek etrafında yan yana gelmesi, yeni bir yaşam kurmak için faşizme karşı mücadeleyi örgütlemesi büyük bir ihtiyaç. Tabii ki büyük bir yıkım yaşandı, yeni bir yaşam bile değil yaşam alanı örgütlenmesi gerekiyor. Bizim açımızdan çok zorlandığımız, çok üzüntü duyduğumuz insan kayıplarımız, insanların ölüme terk edilmesi. Ama tarihsel, kültürel dokusu kentlerimizin alt üst oldu. Yeniden inşasının nasıl yapılacağını az çok tahmin ediyoruz. Bütün bu dokunun ortadan kaldırıldığı, beton döküldüğü bu betonların da halklarımıza mezar olduğu, hepimize mezarlık hazırlandığını yaşadık. Biz bunu her gün söylüyorduk, bilimsel olarak önümüzde duruyordu. Politik olarak da zaman zaman teşhirini yapıyorduk, kent politikasını sistemin, kapitalizmin, rejimin devletin. Ama bu acı olayla yeniden karşımıza çıktı. Bu dokunun korunması, inşası, hafızanın korunması da önemli. Kent hafıza, tarihsel, ulusal,kültürel hafızanın da korunması gerek. Ortak koordinasyon, ortak meclisleri, halk meclisleri kurarak gerçekten halklarımızın kendi kaderine karar verme, kendi yaşamını birlikte örgütleme mekanizmaları kurmaya ihtiyaç var.

'HALKIN ÖRGÜTLENMESİ VE MÜCADELE ETMESİ GEREK'
Yine Hatay'da oradaki bütün yapıların içinde olduğu bir koordinasyon kuruldu. Amed'de Kent Koruma Platformu var ama içinde siyasi partiler yok öyle bir eksiklik. Genişletilmesi gerekir, o kadar büyük bir yapının daha da genişletilerek etkin bir hale getirilmesi gerekir. Ama en yerelden kent düzeyindeki örgütlenmeye kadar halkın örgütlenmesi ve mücadelesi tabii ki ekonomik, sosyal politik ihtiyaçlarının da ortak mekanizmalar örgütlenerek yanıtlanması gerekir.

'YEREL YÖNETİMLER BÜYÜK BİR GÖREVLE KARŞI KARŞIYA'

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Orhan Çelebi: Dersim Belediyesi'nin düzenlediği bir panel vardı açık havada bine yakın insan durumun vehametini görerek dinlemeye gelmişti. Bizim açımızdan en azından Dersim açısından önemli bir veriydi. Dersim'de örnek bir kent yaratma açısından başlattığımız tartışma, bugün toplumumuzun da Dersim halkının da gösterdiği duyarlılıkla birlikte iyi bir sürece gireceğimizi, en azından olası bir felaketin önüne geçmek, toplumu bilinçlendirmek önlemlerimizi buna göre almak gibi çaba içinde olacağız. Bu gibi örneklerin tün toplumuza bir eğitim konusu olarak verilmesi ve toplumun daha geniş bir bilinçlenmeye sahip olması gerekiyor. Burada da yerel yönetimleri büyük görevlerle karşı karşıya olduğunu belirtmek istiyorum.

'ÖNÜMÜZDE TARİHSEL AYNI ZAMANDA GÜNCEL, POLİTİK GÖREVLERİMİZ VAR'
Beycan Taşkıran: Dersim örneğini hatırlatmak yerinde oldu. Halk toplantıları çok kritik hem yeni sürece hazırlık, hem mücadelemizi örgütleme hem de halkımızın beklenti ve ihtiyaçlarını anlamak açısından. Bilim insanlarının ifade ettiği gibi başka depremleri de tetikleyeceği gerçeği var. Hem bu sürece hazırlık hem de politik sürecine hazırlık bakımından halk toplantılarının, halka buluşma zeminlerinin örgütlenmesi tabii ki politik teşhir çalışmalarının duraksamadan örgütlenmesi çok önemli. Önümüzde 8 Mart var kadınlar olarak sokaklarda olacağız aslında depremden sonra ilk genel kitlesel reflekslerin kadınlar zemininden açığa çıkacak bir dönem ardından Newroz'u karşılayacağız. Önümüzde mart, mayıs döneminin tarihsel gündemleri var ama aynı zamanda büyük güncel, politik görevlerimiz var. Bununla iç içe geçecek bir süreç olacak.