26 Eylül 2024 Perşembe

Mızrak ve Dilibal'ın duruşması Mart'a ertelendi

İstanbul'da sokak ortasından işkence ile gözaltına alınan ve bir yıldır tutuklu olan sosyalistler Birgül Mızrak ve Göksel Dilibal'ın yargılandığı dava Mart ayına ertelendi. Savunma yapan Mızrak, sosyalist olduğu için yargılanmasının normal ancak suç olduğunu vurguladı. Burjuva hukuk sisteminin kendi yasal sınırlarını bile ortadan kaldırdığının altını çizen Mızrak, "Hayatı sorgulamamın bedeli tutsaklıksa bunun beni sorgulamaktan alıkoymayacağının bilinmesini isterim" dedi.

İstanbul'da bir yıl önce sokak ortasında işkence ile gözaltına alınan ve ardından tutuklanan sosyalistler Birgül Mızrak ve Göksel Dilibal'ın yargılandığı davanın üçüncü duruşması görüldü.

İstanbul 32. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmayı Bakırköy Hapishanesi'nde tutuklu olan Mızrak ile Silivri Hapishanesi'nde tutuklu olan Göksel Dilibal getirildi. Durmayı ailelerin de aralarında olduğu çok sayıda kişi takip etti.

Savunma yapan Mızrak, sol görüşlü bir ailede doğduğunu ve sosyalist düşünceyle küçük yaşlarda tanıştığını dile getirdi. "Devrimcinin işi devrim yapmaktır" sözünü düstur edindiğini belirten Mızrak, söz ve eylem birlikteliğini önce kendi yaşamında kurmanın arayışçısı olduğunu vurguladı. Sosyalist gençlik hareketi içerisinde örgütlü mücadeleye katıldığını, Adana'da lisede okuduğu dönem ve Ankara Hacettepe Üniversitesi'nde öğrenciliği sürecinde gençliğin eşit-parasız-anadilde eğitim talebini yükseltmek ve cinsiyetçi eğitim sistemine karşı durmak için ön saflarda yer aldığını belirten Mızrak, "Ve gençliğin özgürleşmesinin yolunun salt akademik-demokratik talepler çerçevesinde bir mücadeleden geçmediğini aynı zamanda toplumsal harekete dair ufuk açıcı, öncü rol üstlenmesi gerektiğini savunan biri olarak işçi-emekçilerin, ezilen ulus ve inançlardan halklarımızın, kadın ve LGBTİ+'ların eşitlik-özgürlük-adalet talepleri mücadelelerinin yanında saf tuttum. Tam da bu duruşumdan kaynaklı defalara gözaltına alındım. Gerek gözaltında gerek mahkemelerde eylemlerimin arkasında durdum" dedi.

Sosyalist Birgül Mızrak'ın savunmasının tamamı şöyle:

"Kapitalist sömürü düzeni bugün dünyada görüldüğü üzere insanlığa yıkımdan başka bir şey vadetmiyor. Burjuvazi, kar hırsı için insanlığa ve doğaya ait ne varsa acımasızca talan ediyor. Dünya üzerinde 26 bin milyarderin serveti 3 milyar 700 bin kişinin birikimine eşit. Yani dünyanın zenginliğini elinde tutanların sayısı bir avuç olmasına rağmen biz çoğunluğa açlığın, yoksulluğun, yoksunluğun, borç yükünün savaş ve ölümün her türlüsü reva görülüyor. Burjuvazi insanlığa umutsuzluk ve karamsarlıktan başka Bir şey sunmuyor. Yaşama tutkusunu alıyor elimizden. Türkiye'de son dönemlerde ardarda gelen siyanürlü toplu intiharlar gelinen durumun en çıplan göstergelerinden. Çözüm olarak siyanür satışları yasaklanıyor. İnsanları ölüme götüren koşullar tartışılmıyor. Çünkü bunun tartışılması demek topyekün kapitalist devletin ve onun politikalarının tartışılması demek. Ve bundan özenle imtina ediliyor. Kaçınılmaz son ertelenmeye çalışılıyor. Fakat kapitalizmin krizinden bu kez fırsatlar paylaşılamayacak. Çünkü kriz devrevi değil varoluşsal. Tarihin çarkları artık geri dönülmez biçimde biz ezilen milyonlar lehine dönüyor. Sosyalist yazar Kutsiye Bozoklar'ın tanımlamasıyla 'umutlu inadı' kuşanan biz devrimcilerin öncülüğünde onur ve özgürlük kazanacak.

'SOKAKLARI ZAPTEDEN KADINLARA BİR SES DE BEN EKLİYORUM'
"Kapitalist sömürü düzeni ataerkiyi güçlendirerek kadınlara karşı kapsamlı bir savaş başlatmıştır. Türkiye'de her gün en az 3 kadının katledilmesi de bundandır. Kadınlar bilinçlendikçe, sisteme karşı çıktıkça egemen sistemin saldırganlığı kadın kırımı boyutuna varıyor. Her gün yeni isimler ekleniyor söndürülen yaşamlara. ‘Şikayetlerimizin dikkate alınması için ölmem mi gerekiyor?' diye soruyor Ayşe. Ve evet öldükten sonra gündeme geliyor yüzlerce kadında olduğu gibi, Güleda, Ceren... Devlet ölümleri izliyor, katillerin arkasında duruyor. Şule Çet'in katili, "eğer kamuoyu baskısı olmasa verilen cezayı almayacağını pişkince söyleyebiliyor. Ve ne yazık ki çok doğru bir noktaya vurgu yapıyor. Kadınlara ölümü reva gören bu hukuk sistemi erkeğin takım elbisesini iyi hal sayıyor. Ve Nevin Yıldırım gibi onlarca kadın yaşamak için özsavunmasını kullandığından ağır cezalara çarptırılıyor. Doğrudan hayatıma kasteden bir katille karşı karşıya kalmadım belki ama kapitalist ataerkil sisteme karşı çıktığım için devlet şiddetinin her türlüsünü yaşadım ve bir yıldır uydurma iddialarla hapishanede tutuluyor oluşum da bundan bağımsız değildir. Ancak bizi öldürseniz de hapsetseniz de kadınlar, kadın düşmanı sistemin gerçeğiyle yüzleşiyor ve evin duvarlarını yıkarak dünyanın her yerinde 'bir kişi daha eksilmeyeceğiz' haykırışıyla sokakları zapteden kadınlara bir ses de ben ekliyorum. Kadınlar artık susmayacaklar!

"Kapitalizm, yalnız insanlığa değil doğaya da düşman. Çok uluslu tekellerin kar için doğada yaptıkları yıkım, çılgınlık boyutuna ulamıştır. Öyle ki dünyamıza artık ömür biçilmektedir. Toprak, su, hava geri dönülemez biçimde kirletiliyor, yok ediliyor. Emperyalist ülkeler ve egemenleri dahi artık nükleer santrallerini kapatırken Türkiye kendi topraklarını pazarlıyor; adeta dünyanın delisi gibi konumlanıyor. HES'ler, JES'ler, Termik Santraller kurulurken canlı yaşamı hiçe sayılıyor. Bir köprü için milyonlarca ağaç kesiliyor, dünyada her gün 200 canlı türü yok oluyor. Ve bunun karşılığında devlet destekli şirketlerin kasası dolduruluyor. NATO'da uzay savaşları tartışılıyor. Dünyanın kapısına kilit vuruluyor. Kendisini bu yıkımdan kurtarmaya çalışan ve yaşanabilir bir gezegen arayışında olan da yine bu bir avuç sermayedar oluyor. Toprağı, suyu, havayı, yani bir bütün canlı yaşamını sermayeye peşkeş çeken iktidarlara karşı direnen köylülerin, çevrecilerin, doğa dostlarının yanındayım; nöbetteyim!

'HAYATI SORGULAMAMIN BEDELİ TUTSAKLIKSA...'
"Ülkemizde kapitalist sistem kendisini tekçi bir devlet zihniyeti üzerinden var ediyor. Tek tip insan yaratma hedefiyle bütün demokratik hak ve özgürlükler ortadan kaldırılıyor. Politik özgürlük talebiyle sokağa çıkan her insan baskı ve zorun türlü biçimleriyle karşılaşıyor. Ülkedeki farklılıklar karşı karşıya getirilerek faşizm tahkim ediliyor. Nihayetinde Asya'dan Avrupa'ya, Latin Amerika'dan Ortadoğu ve Afrika'ya ezilen milyonlar tam da bu kapitalist ataerkil sistemi hedefliyor. Bu milyonlar yalnız kendilerinden çalınanı değil yalnız kırıntıları değil dünyayı istiyor. Türkiye'de biz bu çıkışı Gezi'de gördük, 6-8 Ekim direnişinde gördük, Özgecan isyanında gördük. İşte ben de bu milyonlardan biriyim. Elbette bizden çalınanı isteyecek ve özgürlüğü kazanana kadar mücadele ettim ve edeceğim. Sokrates, 'sorgulanmayan hayat yaşamaya değmez' demişti. Hayatı sorgulamamın bedeli tutsaklıksa bunun beni sorgulamaktan alıkoymayacağının bilinmesini isterim.

‘KAPİTALİST ATAERKİL SİSTEM MİADINI DOLDURMUŞTUR'
"Kapitalist ataerkil sistem miadını doldurmuştur. Gelinen aşamada bu sistem artık rıza üretmiyor. Rıza üretemediği için yaratılan korku imparatorluguyla kitleler sindirilmeye çalışılıyor. Benim içine konduğum duvarlar insanların beynine inşa ediliyor. Ülke hapishaneye çevriliyor. Ancak bu ülkenin etrafına duvarlar örülse de insanlığın yüreğinde her daim var olan özgürlük tutkusu tüm duvarları, çitleri, sınırları parçalayacak.

'SOSYALİST OLARAK KÜRSÜDE OLMAM DOĞAL, ANCAK SUÇTUR'
"Grev yasaklarına rağmen şalter indiren işçiden, polis saldırılarına rağmen inadına sokaktan çekilmeyen kadına; ezilen tüm kesimlerin, inanç ve halkların kimlik taleplerinden özelde Kürt halkının özgürlük mücadelesine değin bu korku imparatorluğu temellerinden sarsılıyor. İktidarın buna cevabı gözaltı ve tutuklama terörü oluyor. Bu tablo içerisinde bir kadın bir Kürt ve Alevi inancından bir sosyalist olarak bu kürsüde olmam doğaldır; ancak haklı ve meşru değildir, suçtur!

"'Ya barbarlık ya sosyalizm' diyen Roza Luxemburg'u katledilişinin 100. yılını geride bırakmakta olduğumuz şu günlerde saygıyla anıyorum. En nihayetinde biz kazanacağız, sosyalizm kazanacak. Ve gelecek adil, eşitlikçi, cins özgürlükçü bir anlayış kurulacak. "Burjuva hukuk sisteminin kendi yasal sınırlarının bile ortadan kaldırıldığı günümüzde kararların hukuki değil siyasi olması rutin işleyiş haline gelmiştir. Bu durum toplumun egemen maddi ilişkilerinden bağımsız değildir. Ekonomik temel derinlemesine bir krize girdiğinde, onun üstyapısını oluşturan hukuk, siyaset, din, felsefe ya da sanat gibi insanların toplumsal varlıklarını ve ilişkilerini anlamlandırdıkları ideolojik biçimler de altüst oluş sürecine girerler. Yaşanmakta olan böylesi bir altüst oluştur. Hakkımda açılan dava da bu hukuk sisteminin bir ürünüdür. Şimdi bu koşullar altında iddialara yanıt vermeye çalışacağım.

"16 Aralık 2018 tarihinde ikamet ettiğim evden gezmeye çıkmıştık Göksel ile. Henüz 20-30 metre kadar ilerlemiştik ki yanımıza yanaşan sivil bir araçtan inen sivil giyimli kişiler direkt üzerimize atlayarak yüzüstü yere yatırdılar ve ters kelepçe yaptılar. Elimdeki çanta ve poşetleri alıp uzağa attılar. İddia edildiği gibi bir kimlik sorma işlemi yapılmadı. İddianamede işkenceyi meşrulaştırmak için kimlik sorulduğu esnada kaçmaya yeltendiğimiz ve bundan dolayı zor kullanıldığı yazılmış. Oysa ki ne kimlik sorma işlemi oldu ne de kaçma durumu. İlk andan itibaren ismimle hitap edildi. Dolayısıyla gözaltı aşamasından başlayarak uydurma iddialarla bir süreç yönetildiği görülüyor. Baştan ifade etmiş olayım bu senaryo fazlasıyla gerçek üstü. Fakat eğer karamizahsa amaçlanan, ayakta alkışlarım.

'GÖZALTINDA KAYBEDİLEBİLİRDİM'
"Gözaltına alındığımız esnada çevredeki evlerden çıkışlar engellendi. Camların, perdelerin kapatılması istendi. Bu ülkenin tarihi gözaltında kayıplarla, faili meçhullerle dolu. Cumartesi insanları hafızamızı her hafta yeniden canlandırıyor. Bir kaçırılma ya da kaybedilmeyle karşı karşıya kalabileceğimi düşündüğüm için devrimci olduğumu, sosyalist olduğumu haykırdım.

"Araca bindirildiğim andan emniyete getirilene kadar ters kelepçeli tutulmam ve herhangi bir müdahalede bulunabilme koşulum olmamasına rağmen aralıksız darp edildim. Ölümle tehdit edildim. Emniyette üst araması yapılmak üzere konulduğum oda da yere yatırılarak tekme tokat darp edildim. Kollukta geçen 8 günlük gözaltı süresi boyunca fiziksel ve psikolojik işkenceye maruz kaldım. Gözaltına alınma koruşllarını ve yapılan işkenceyi protesto ettiğim için kolluğun tüm talep ve uygulamalarını reddettim. Açlık grevi yaptım."

Ardından Göksel Dilibal da savunma yaparak haklarındaki iddiaların gerçeği yansıtmadığını belirtti. 

Mahkeme heyeti, sosyalistler Birgül Mızrak ve Göksel Dilibal'ın tutukluluğunun devamına karar vererek, duruşmayı 10 Mart 2020'ye erteledi.