29 Eylül 2024 Pazar

KESK'in düzenlediği sempozyum ikinci gününde devam etti

KESK'in düzenlediği "Savaş, Göç ve Mültecilik Kıskacında Emek" başlıklı sempozyumunun ikinci günü, "Göçmen Kadın Emeği ve Çözüm Olanakları" oturumu ile devam etti.

KESK'in düzenlediği "Savaş, Göç ve Mültecilik Kıskacında Emek" başlıklı sempozyumun ikinci gününde devam etti. Şişli Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde düzenlenen sempozyumun ikinci günü "Göçmen Kadın Emeği ve Çözüm Olanakları" oturumu ile başladı.

İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri'nin moderatörlüğünde başlayan oturumda ilk sözü alan ILO Türkiye Ofisi Uzmanı Billur Eskioğlu, uluslararası ölçekten göçmen kadın emeğinin durumunu anlattı. Türkiye'de göçmen kadınların iş gücüne katılım oranının düşüklüğünden bahseden Eskioğlu, "Suriyeli kadınların çoğunluğu tekstil sektöründe çalışıyor. Göçmen kadınların yoğun çalıştığı bir diğer sektör ise hizmet sektörü olarak göze çarpıyor" dedi.

'SENDİKALAR SÜRECE DAHİL OLMASI GEREKİYOR'
Özellikle günlükçü olarak çalışmanın yaygın olduğunu aktaran Eskioğlu, "Ücretler konusunda ise göçmen kadınlar iş gücüne katılanlar arasında en düşük ücrete çalıştırılan kesim. Göçmen kadınlar; yerli erkek ve kadınlardan, göçmen erkeklerden çok daha ucuza çalıştırılıyor" diye konuştu. Dil öğrenmek ya da dil bilmenin göçmen kadınlar için çok önemli bir noktada olduğunu anlatan Eskioğlu, "Göçmen erkekler çalıştıkları işyerlerinde, sokakta bir şekilde dili çok daha erken öğrenebiliyorlar ancak göçmen kadınlar için durum böyle değil. Kadınlar hem kültürel hem de yaşlı ve çocuk bakımı görevini aldığı için dili öğrenmesi ve iş gücüne katılması geçikiyor. Dili geç öğrenen göçmen kadınlar işyerlerinde daha büyük zorluklarla karşılaşıyor" ifadelerini kullandı. Eskioğlu konuşmasını tamamlarken sendikalara ve meslek örgütlerine şöyle seslendi: "Sendikaların bu konuda söz söylemesi, sürece dahil olması gerekiyor"

'GÖÇMEN EMEĞİ İLE YERLİ EMEK BİRLİKTE MÜCADELE ETMELİ'
Denizli'de tekstil sektöründe göçmen kadın emeği çalışmasına dair sunum yapan Doç. Dr. Çağla Ünlütürk Ulutaş, tekstil ve konfeksiyonda çalışan göçmen kadınların, işyerinde sadece işveren tarafından değil diğer işçiler tarafından da kötü muameleye maruz bırakıldığını, vasıfsızlaştığını, taciz ve cinsel saldırıya maruz kaldığını ifade etti. Hızlı moda endüstrisindeki rekabetin yüksekliğinden bahseden Ünlütürk, "1 cent bile daha karlı üretim yapmayı önemsiyorlar. Böyle olunca 1 pulu dikmek için makine kullanmak yerine ucuz olan el emeğini kullanmayı tercih ediyorlar" dedi. Tekstil sektörünün üretim zincirinin her halkasında göçmenler olduğuna dikkat çeken Ünlütürk, zincirin halkası daraldıkça göçmenlerin çalışma koşullarının daha da kötüleştiğini belirtti.

Denizli'nin de sendikalaşma açısından en geri kentlerden biri olduğunu söyleyen Ünlütürk, güvencesiz ve kayıt dışı çalışmanın "seyyar fasoncu" ağını nasıl oluşturduğunu şöyle anlattı: "Tekstilde ustabaşı olarak çalışmış ve kendine bir minibüs almış kişiler göçmenlerin çok yaşadığı gecekondu mahallelerinden, işçi pazarlarından işçileri toplarlar. Üretim artışı döneminde bu kişilere haber salınır, bu kişiler işçileri toplayıp götürür, kayıt olmadan belli bir süre çalışırlar."

16 SAAT ÇALIŞTIRILIYORLAR
Yüksek vasıflı göçmen kadınların da sığınmacı olduktan sonra kaç dil bilirse bilsin, geldiği ülkede hangi mesleği yapmış olursa olsun vasıflı ve vasıfsız ayrımının olmadığına dikkat çeken Ünlütürk, Afganistan'da bankacılık yapan bir göçmen kadının bugün günde 16 saat Denizli'de tekstilde çalıştığı örneğini verdi. Ünlütürk, bu tabloda emek ve kadın örgütlerinin yürüttüğü her mücadeleyi; eşit işe eşit ücret talebinde, kamusal ücretsiz bakım hizmeti talebinde, göçmenlerle yürütmesinin bir zorunluluk olduğunu söyledi ve "Göçmen emeği yerli emek ile birlikte mücadele etmedikçe ihlal edilen haklar herkes için ihlal ediliyor, ücretler herkes için düşüyor" dedi.

'SİVİL VE ÇOK DİLLİ KRİZ MERKEZLERİ KURULMALI'
Göç bakımından transit ülke olarak görülen Türkiye'nin zaman içerisinde hedef ülke konumu aldığını anlatan Doç. Dr. Emel Coşkun, "Türkiye'de göçmen ve sığınmacı kadınlar ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet" başlığıyla sunum yaptı. Değişen yasalarla Türkiye'de yaşayan Suriyelilerin hayatlarının daha da zorlaştığından bahseden Çoşkun, "Tüm göçmen kadınlara hizmet verebilecek sivil ve çok dilli kriz merkezleri kurulmalıdır. Sınırdışı olma korkusu olmadan kadınların sömürü, taciz ve tecavüzü şikayet edebilmesi için yasal destek mekanizmaları kurulmalıdır. Toplumsal cinsiyete hassas kabul ve koruma süreçleri işletilmelidir" diye konuştu.

'EN TEMEL HAKLARA ULAŞMALARI BİLE ÇOK ZOR'
Sosyoloji Mezunları Derneği Başkanı Özgür Aktükün ise Türkiye'de yaşayan Suriyelilere mülteci statüsü verilmediğini anlatarak, "Suriyeliler yasal olarak mülteci sayılmıyor. Tanımın olmadığı yerde uyum sağlayabilmek de mümkün değildir. 12 yılın ardından hala Türkiye'de en temel haklardan bahsediyoruz. Sağlık hakkı, eğitim hakkı gibi en temel haklara ulaşmak bile bugün mülteciler için çok zor" dedi.

'ŞİDDETE TECAVÜZE MARUZ KALAN ŞİKAYET EDEMİYOR'
11 yıl önce Türkiye'ye gelen bir Suriyeli ile bugün Türkiye'ye gelen bir Suriyelinin haklarının birbirinden çok farklı olmadığından bahseden Aktükün, "Mesele aslında politikasızlık ama politikasızlık da bir politikadır. Mesele tümüyle politiktir, politik meseleler politikalar olmadan çözülemez" diye konuştu. Mültecilerin hukukta görülmemesinin önyargıyı artırdığını söyleyen Aktükün, "Kadınlar göç yollarında çok yaygın bir şekilde tecavüze maruz kalıyorlar. Tecavüz sonrası gebe kalan kadınların gebeliği Türkiye'de sonlandırması imkansız. Doğacak çocuğu bir kuruma da bırakamıyor çünkü kurum baba adı istiyor. Tecavüze uğradığından bahsetmesi de mümkün değil ailesinden alacağı tepkiden korkuyor. Bu hukuksuzluğun etkisi Suriyeli bir kadın Türkiyeli biriyle evlendiğinde de ortaya çıkıyor. Mülteci kadın öldüresiye dayak yese de karakola gidemiyor şikayet edemiyor sınır dışı edilmekten korkuyor" ifadelerini kullandı.