27 Eylül 2024 Cuma

Hatimoğulları: Çadır vermeyenden kentimizi yeniden inşa etmesini beklemiyoruz

Depremin ilk gününden beri Antakya'da olan HDP milletvekili Tülay Hatimoğulları, kentin demografik yapısının değiştirilmesine dönük kaygıları yorumladı. Bölgeye dönük uzun süredir özel bir eğilime sahip olan klasik devlet anlayışının depremle yeni bir "fırsat" elde ettiğini kaydeden Hatimoğulları, Antakya'yı tüm dokusuyla korumak ve yeniden inşa etmek için daha fazla dayanışma ve örgütlenme çağrısı yaptı.

6 Şubat'ta gerçekleşen Maraş merkezli depremler sonrası deprem bölgesindeki sorunlar ilk günkü gibi devam ediyor. Yıkımın en şiddetli gerçekleştiği ve on binlerce insanın öldüğü, yerle bir olan Antakya'da halk su, çadır, gıda, hijyen malzemeleri gibi temel ihtiyaçlara hala erişemiyor. Bu sorunlar sürerken Antakya'nın çok sesli demografik yapısı ise depremi fırsata çeviren iktidar eliyle değiştirileceği kaygısı söz konusu.

Antakyalı Halkların Demokratik Partisi (HDP) Adana milletvekili Tülay Hatimoğulları, depremin ilk saatlerinden bu yana Antakya'da. Kentin demografik yapısının ve kültürel dokusunun değiştirilmesine dair girişimleri, neden karşı çıktıklarını ve kentin dokusunun nasıl korunması gerektiğini ETHA'ya değerlendirdi.

'TÜRK İSLAM SENTEZLİ ANLAYIŞ HER ZAMAN ÖZEL BİR ÇABA HARCADI'
Depremin kapsadığı alan ve yıkımın büyüklüğüne işaret eden Hatimoğulları, özellikle Antakya merkez, Defne, Samandağ ve İskenderun'da yaşam alanlarının önemli oranda etkilendiğini kaydetti. Tekçi egemen ideolojinin bölge halkına dönük asimilasyon politikalarını hatırlatan Hatimoğulları, "Antakya, Arap Alevilerin yoğun olduğu, Arap Hristiyanların, Ermenilerin, Süryanilerin, Türk ve Sünnilerin, Kürtlerin birlikte yaşadığı nadir coğrafyalardan birisi. Dolayısıyla Türk İslam sentezli anlayış her zaman bu tür bölgelerde kendi ideolojisini empoze etmek ve toplumu asimile etmek için özel çaba harcamıştır. Bunu Kürt coğrafyasında, Alevilerin yaşadığı coğrafyalarda da farklı biçimlerde yaptı. Bizim coğrafyamızda da çok denedi fakat amacı bugüne kadar hasıl olmadı çünkü orada yaşayan halklar birlikte yaşama, kendi renkleriyle birbirini kabul etme konusunda gerçekten oldukça güçlü. Güzel ve renkli bir dokuya sahip o halklar ve bunu başardılar, devlete rağmen başarıldı bu" ifadelerini kullandı.

Devletin bölgede farklı kimlikler ve inançlar arasında ayrışmayı sağlamak için provokasyon yaptığını dile getiren Hatimoğulları, klasik devlet anlayışının bu depremi bir "fırsata" dönüştürmek isteyeceğine dair şüphelerin de arttığının altını çizdi. Bunun birincil nedeninin bölgenin tarihsel arka planı olduğunu belirten Hatimoğulları, bir başka nedenin ise depremden en çok etkilenen kentlerden biri olmasına rağmen Antakya'da uzun süre arama-kurtarma çalışmalarının başlamaması olduğunu ifade etti.

'ÖLÜME TERK EDİLMEK BU DUYGUYU YARATTI'
"Depremin olduğu ilk saatlerden itibaren arama-kurtarma ekiplerinin gelmemesi, yardımların ulaşmaması, bir bakıma ölüme terk edilmek bu duyguyu yarattı" diyen Hatimoğulları, bölge halkına çadır dağıtılmamasının da bu şüpheyi destekleyen başka bir etken olduğunu kaydetti. Hatimoğulları, şöyle devam etti: "İnsanlar evlerinin önüne çadır istiyor ve çadırlar verilmiyor. Çadır kentler kentin çok uzağında yerlere kuruldu. İnsanların evinin önünde minik de olsa bir ahırı, kümesi, ekini, serası var. Hiç kimse bunlardan vazgeçmek istemiyor çünkü zaten kaybımız çok büyük. Kent yıkılmış, canlarımız yitmiş, birçok cenaze var. Neredeyse her ev bir cenaze evine dönüşmüş durumda. Aynı zamanda kent yok olmuş, iş yok, aş yok, bütün kent yaşamının sistemi ortadan kalkmış. Böylesi bir zamanda insanlar elbette evinin önünde küçücük de olsa bu şeyleri korumak ister, bu onun en doğal hakkı ve refleksidir."

'HALK MAHALLESİNİ, DOKUSUNU KORUMAK İSTİYOR'
Çadırların önemli bir kısmının toplumsal dayanışma ağları tarafından dağıtıldığına ve kurulduğuna işaret eden Hatimoğulları, halkın çadır da verilmeyerek mahallelerinden göçe zorlandığı ihtimaline dikkat çekti. Hatimoğulları, "Çadır sadece insanların bu depremde başını sokacağı bir kumaş parçası değil. Aynı zamanda kendi mahallesinde kalıp, hayatta kalan komşularıyla yana yana durmak, kendi mahallesini, dokusunu korumak anlamına geliyor" ifadelerini kullandı.

'HATAY'DA ÇOK SIK PLAKASIZ ARAÇLAR GÖRÜYORUZ'
Demografik yapının değiştirilmesinde bir başka noktanın cihatçı çeteler olduğuna dikkat çeken Hatiomoğulları cihatçı, selefist çetelerin İdlib'te sınıra yakın bir bölgede yoğunlukla kümelendiğinin altını çizdi. Hatimoğulları, "Hatay'da içinde garip görünümlü silahlı insanların olduğu plakasız araçlarla geziyorlar. Bu da hepimizin dikkatini çeken bir şey, bu normal bir şey değil. Dolayısıyla şu duyguyu da depreştirdi insanlarda: 'Bizim evlerimizin yerine inşa edilecek evlere işte bunları getirip oturtacaklar.' Demografik yapıyı değiştirmek için bulunmaz Hint kumaşı. Bu iktidara karşı buna dönük de büyük bir güvensizlik ve refleks var" vurgusu yaptı.

Antakya'da 20 Şubat'ta gerçekleşen 6.4 şiddetindeki deprem sonrası saatler içerisinde az hasarlı görünen binaların e-Devlet'te yoğun hasarlı gösterildiğini aktaran Hatimoğulları, "Birkaç saat içinde oldu bu, bu kadar binayı o sürede inceleyip ağır hasarlı demek imkansız" dedi. Bu durumun da insanların az hasarlı binalarının da yıkılarak bölgenin insansızlaştırılması şüphesini arttırdığını kaydeden Hatimoğulları, hükümete dönük uyarılarını yineledi.

'NEYİ YAPMAYACAĞIZ DEDİLERSE YAPTILAR'
"Demografik yapıyı değiştirmeye kalkmak depremzedelerin travmasını katlayacaktır. Bunu kabul etmemiz mümkün değildir. Hiçbir hakka, hukuka, etik değere, hiçbir şeye sığmaz bu. Cenazelerimizin üzerinde, yıkılan kentlerimizin ve canlarımızın üzerinde siyaset yapmak anlamı taşır ve bizim bunu kabul etmemiz mümkün değil" diyen Hatimoğulları, Erdoğan'ın Antakya'ya geldiğinde yaptığı "Demografik yapıyı değiştireceğiz diye bir algı yaratıyorlar, asla öyle bir şey olmayacak" açıklamasını da geçmiş örnekleri hatırlatarak yalanladı.

"Biz bu iktidara güvenmiyoruz. Neyi yapmayacağız dedilerse yaptılar, neyi yapacağız dedilerse yapmadılar. Dolayısıyla güvenimiz hiç yok. Ama kulaklarına gitmiş olması, buna cevap üretmek zorunda kalmış olmaları da buradaki toplumun refleksinin ve gösterdiği ortak tavrın ürünüdür" ifadelerini kullanan Hatimoğulları, demografik yapıyı korumak için sonuna kadar mücadele edeceklerinin altını çizdi.

'İKTİDARA GELDİKLERİNDEN BERİ NEO-OSMANLICI POLİTİKALAR YÜRÜTTÜLER'
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy'un Antakya'da depremden zarar gören kültür varlıklarına ilişkin bir "Kültür yolu rotası" inşa edecekleri yönündeki açıklamayı değerlendiren Hatimoğulları, "Sur, Cizre'de biz buna tanık olduk. Oradaki dokuyu, kentin silüetini tamamen ortadan kaldıran adımlar attılar. Esasen orada bir savaş ve yıkım vardı ve savaşın en temel karakterlerinden birisi, gittiğiniz kentin, savaştığınız insanların kültürünü de ortadan kaldırmaktır" dedi.

DAİŞ'in Suriye'de önce Tedmur'u yıktığını hatırlatan Hatimoğulları, Sur ve Cizre'de de benzer bir sürecin yaşandığını kaydetti. AKP'nin iktidara geldiğinden beri Neo-Osmanlıcı politikaları hayata geçirmek için adımlar attığını söyleyen Hatimoğulları, "Dikkat ederseniz tüm resmi kurumlarda bir Osmanlı mimarisi havası vermek istediler ve kentin antik görünümünü ortadan kaldırarak tamamen bir Osmanlı silüeti yaratmak için zaten adımlar atıyorlardı" ifadelerini kullandı.

'ÖLÜMÜ SİYASETİN ARACI OLARAK KULLANMAK KADAR ÇÜRÜK BİR ŞEY OLAMAZ'
Erdoğan'ın başbakanlık döneminde Antakya'da bir "Medeniyetler Buluşması" düzenlediğini ve o buluşmayı protesto ettikleri için gözaltına alındıklarını anımsatan Hatimoğulları, "Bizler o zaman 'Arap Alevileri neden yok buluşmanızda, bütün dünyadan insanları medeniyetin beşiği bir kente getiriyorsunuz ve burada Arap Aleviler bu kentin dokusunu oluşturan en temel ögelerden biri, buradaki mozaik yapının harcıdır aynı zamanda' dedik ve biz neden yokuz diye bir kampanya yürütmüş ve protesto etmiştik. Şimdi ben o günleri hatırlıyorum, orada da işte 'Ezan-çan-hazzan' üzerinden bir Hatay yapısı çıkarmışlardı, orada da Arap Alevileri her konuda yok sayılmıştı" diye kaydetti. "Şimdi ellerine deprem gibi, onlara göre bir 'fırsat' geçti. Bize göre bu çürümüşlüğün en dibidir, ölümü, depremi, insan kanını bir siyasetin aracı olarak kullanmak kadar çürük ve insanlık dışı bir şey olamaz" diyen Hatimoğulları, bunun uluslararası savaş hukukunda bile olmadığını vurguladı.

'MAHALLELERİ TASFİYE ETMEMEK LAZIM'
İktidarın politikalarına alternatif olarak “Biz bu kenti nasıl yeniden inşa edeceğiz” sorusunun yanıtlanması gerektiğini belirten Hatimoğulları, ilk olarak depreme dayanıklı binaların, TMMOB ve depremzedelerle görüşülerek inşa edilmesi gerektiğinin altını çizdi. "Bir diğeri de, mahalleleri tasfiye etmemek lazım. Sonuç itibariyle Türkiye'nin her yeri fay hattı. Hep Japonya'yı örnek veriyoruz; Japonya 9 şiddetindeki depreme dayanıklı binalar inşa edebiliyorsa Türkiye niye inşa etmesin, biz niye kendi kentlerimizde inşa etmeyelim" dedi.

'O TARİHİ DOKUYU YENİDEN OLUŞTURABİLİRİZ'
Hatimoğulları, en önemli noktalardan birinin de kültürel dokuyu korumak ve yeniden oluşturmak olduğunun altını çizdi. Depremde yıkılan 600 senelik Habib-i Neccar camisini ve Hatay Meclisi binasını hatırlatan Hatimoğulları, şöyle devam etti: "Onların aynısını elbette biz belki o taşlardan yeniden kuramayacağız ama o dokuyu, o tarihi kültürü, o farklı halkların bir arada yaşam kültürünü nakış nakış işleyen bir kent dokusu oluşturabiliriz. Bizim bütün amacımız bunu yapmak ve gerçekleştirmek, fakat dediğim gibi bu iktidarın bunu yapacağına dair güvenimiz yok. Bu iktidar değil bunları yapmak, depremzedelerin başını sokacağı dört başı mahmur bir şey de sunmayacak diye düşünüyoruz. Çadır vermeyenden, konteyner vermeyenden, iyi niyet göstermeyenden biz kalkıp kentimizin dokusunu yeniden inşa etmelerini mi bekliyoruz? Tabii ki hayır."

Depremin yaralarını sarmak için ilk yapılması gerekenin bu faşist rejimden kurtulmak olduğunu vurgulayan Hatimoğulları, deprem öncesinde de ülkenin açlık, yoksulluk, özgürlüklerin kısıtlanması gibi birçok sorunla yüz yüze olduğunu ve halkın faşist rejime dönük öfkesinin biriktiğini dile getirdi. "Bu deprem bambaşka bir Türkiye yarattı artık. Dolayısıyla bu depremden sonra bizim bu yaraları sarabilmemizin iki yolu var: Bu faşist rejimi tasfiye etmek ve halkçı, toplumcu, insan merkezli, doğa merkezli, depreme dayanıklı yeni bir yapılanma sürecine girerek biz bunu yapabiliriz ve yapacağız. Ki onları göndereceğimiz günlerin de yakın olduğunu düşünüyoruz" diyen Hatimoğulları, ayrıca toplumsal dayanışma ağlarının önemine dikkat çekti.

'BU FAŞİST REJİMDEN KURTULMAK GEREK'
Ancak toplumsal dayanışma ağlarının da belli bir gücü ve sınırları olduğunu söyleyen Hatimoğulları, bu noktada çok büyük bir kamusal reflekse ihtiyaç olduğunu belirtti. İktidardan bağımsız olarak, kamu hizmetlerinin halkın yaşam ve barınma hakkı için olduğunun altını çizen Hatimoğulları, kamu kaynaklarının depremzedeler için seferber edilmesi gerektiğine işaret etti. Bu nedenle kamu kaynaklarının ve toplumsal dayanışma ağlarının senkronize bir biçimde hareket etmesinin önemini vurgulayan Hatimoğulları, şöyle devam etti: "Bu iktidarla olmayacak ama bu iktidarı biz gönderdikten sonra yeni oluşacak anlayışın buna hizmet için çalışacağız. Ve kendimizi de kentimizi de yeniden dokusuna, kültürüne uygun bir şekilde, çok zor olduğunu biliyorum, ama inşa edebileceğimize dair umudumuz çok yüksek. Bir kere şunu söyleyebilirim, biz köy, mahalle dolaşıyoruz ve oradaki insanlar bizi gözyaşına boğuyor. O insanlar, 'Tenekeden baraka da yapsam ben mahallemi terk etmem' diyor. Bir göç var evet ama bu göçün geriye döneceğine dair de bendeki kanaat çok yüksek."

'DAHA ÇOK DAYANIŞMA VE ÖRGÜTLENMEYE İHTİYACIMIZ VAR'
Kentlerde yıkım çok geniş olduğundan hayatın asgari düzeyde yeniden akışa kavuşabilmesi için hala zamana ihtiyaç olduğunu kaydeden Hatimoğulları, depremin sürdüğünün altını çizdi. Bu nedenle bir süre daha toplumsal dayanışma ağlarının bu dayanışmayı sürdürmesi gerektiğini vurgulayan Hatimoğulları, insanların hala suya, çadıra, gıdaya, hijyen ve temizlik malzemelerine ihtiyaç duyduğunu kaydetti. Hatimoğulları, şöyle devam etti: "Bu somut ihtiyaçları bir süre daha birlikte dayanışarak karşılamalıyız. İkinci bir şey umudumuzu yitirmeyelim. Yıkım çok büyük, çok yalnız bırakıldık ve terk edildik kamu tarafından. Ama toplum yaralarımızı sardı, toplum el uzattı depremzedelere. Bu çok anlamlı, çok kıymetli. Hayata tutunmak için, bizim için çok büyük bir umut kaynağıydı bu. Bu toplumsal dayanışma ağının manevi değerini ve anlamını hep beraber daha fazla bilince çıkarmaya ihtiyacımız var. Ve yine kamusal alanı zorlayarak kentimizi az önce bahsettiğimiz çerçevede yeniden inşa etmek üzere, bütün kentlerimizi yeniden inşa etmek üzere baskıyı, farkındalığı arttırmak, toplumun bu konudaki talebini daha sistematik ve örgütlü bir hale getirmesini sağlamak gibi bir görevimiz var. Bu görevi de en sağlıklı biçimde yerine getirmek için daha çok dayanışma ve örgütlenmeye ihtiyacımız var."