29 Eylül 2024 Pazar

Gençlik örgütleri: Bulunduğumuz her yer 1 Mayıs alanıdır

1 Mayıs’ın ön günlerinde gençlik örgütleri, öğrencilerin koronavirüs nedeniyle büyük bir sıkıntı içerisine itildiğine dikkat çekerek, “Çalışana ücretli izin, öğrenciye burs” talebini dile getirdi, “1 Mayıs’ta bulunduğumuz yer heri mücadele alanına çevireceğiz” dedi.

Koronavirüs önlemleri adı altında okulların, üniversitelerin kapılarına kilit vuruldu ancak bu, öğrencilerin süreç içerisinde sorunlar yaşamadığı anlamına gelmiyor. Üniversite öğrencilerinin çoğu, karantina alanına çevrilen yurtlarından bir gecede atıldı. Uzaktan eğitim, fırsat eşitsizliğini derinleştirdi. Yarı zamanlı olarak çalıştıkları hizmet sektörü tamamen kapandı ve öğrenciler işsiz kaldı. Evde kiraların nasıl ödendiği ise ne iktidarın ne de yerel yönetimlerin sorunu. 

Öğrenciler, kendi hallerine terk edildi. Ancak iktidar bununla da yetinmedi, süreçten istifade YÖK yasasında değişiklik yaparak üniversiteleri kendisine daha da bağlamış oldu.

Tam da 1 Mayıs öngününde, koronavirüs sürecinde gençliğin yaşadığı sorunlar ve buna karşı neler yapılabileceğini, yeni YÖK yasasına karşı alınabilecek tutumu ve 1 Mayıs’la ilgili neler yaptıklarını/yapacaklarını gençlik örgütleri temsilcilerine sorduk.

Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu Eş Başkanı Deniz Bahçeci, Devrimci Gençlik Dernekleri'nden Elif Üçerli, Yeni Demokrat Gençlik'ten Volkan Atmaca, Öğrenci Faaliyeti'nden Fırat Sertkaya sorularımıza verdikleri cevaplarda, sürecin yarattığı etkiyi mücadeleyle aşabileceklerini dile getirdi. Gençlik örgütleri temsilcilerinin ETHA’nın sorularına verdikleri yanıtlar şöyle: 

‘HİÇBİR ZAMAN YETMEYEN KREDİ VE BURSLARLA SALGINLA MÜCADELE EDİYORUZ’
-Salgını fırsat bilen iktidar bir çok kesimin hakkını gasp etti. Bu anlamda gençlik bundan nasıl etkilendi?

Deniz Bahçeci: Zengin daha fazla zenginleşirken yoksul daha fazla yoksullaştı. Covid-19 salgını var olan toplumsal adaletsizliği daha fazla derinleştirdi. İktidar, herkes kendi önlemini alsın ve evde kalsın çağrısı yaparken milyonlarca emekçi her gün işe gitmek zorunda. Şirketlere milyon dolarlık fonlar ayrılırken halk sağlığını gözeten hiçbir önlem alınmadı/alınmıyor. Toplumun tüm kesimlerinin, sağlığı gözetilmediği sürece virüs daha fazla yayılacak ve çok daha fazla insan yaşamını yitirecektir.  Salgın öncesi dönemde KYK bursu ile geçinemiyorken, salgın koşullarında da güvenceli ve sağlıklı bir şekilde yaşamıyoruz. İş yerlerinde, marketlerde, mağazalarda güvencesiz koşullarda çalışmak ve yaşamak zorundayız. Kira, fatura, gıda, sağlık, eğitim gibi hiçbir temel ihtiyacımız karşılayamıyoruz. Bize güvencesiz koşullarda çalışın, kendi imkanlarınız ile geçinin diyorlar. Şirketlere fonlar ayrılırken ne öğrenciye ne de yoksullara hiçbir ödenek veriliyor.

Elif Üçerli: AKP koronavirüsün getirdiği krizi sermayenin en hafif şekilde hissetmesi için uğraşırken faturayı halka kesmenin peşinde. Emekçiler sokağa çıkma yasağı delinerek sağlıksız koşullarda çalışmaya zorlanıyor. İnfaz yasasından Salda Gölü’ne, hapishanelerde yaşananlardan YÖK düzenlemesine kadar daha önce hayata geçiremediği pek çok hukuksuz uygulama için bugünleri fırsat bilen AKP, faşist baskı politikalarını artırdı.

Gençlik ise krizin faturasının ödetilmeye çalıştığı kesim arasında yer alıyor. Pek çok öğrenci geçimini sağlamak için garsonluk gibi yarı zamanlı ve güvencesiz işlerde çalışmak zorundayken şimdi karantina sebebiyle ya çalışamıyorlar ya da yaşamlarını riske atarak çalışmak zorunda kalıyorlar. Evde geçirilen zaman artınca doğal olarak ev giderleri ve faturalar da artıyor. Normalde yetmeyen 550 TL’lik KYK kredisi şu an hiç yetmiyor. Bir de bu krediyi her öğrenci almıyor sonuçta, 20 bin TL civarında bir geri ödemesi var. Kalınmayan özel yurtlardan para isteniyor, öğrencilerin kalamadıkları evlere kira vermek zorunda bırakılıyor temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor.

Türkiye’de bir kriz yaşanıyorsa hedef tahtasına ilk önce gençler, emekçiler, kadınlar koyuluyor. İktidarın destek paketleri tamamen sermayenin elini rahatlatmaya yönelikken gençlere makarna yardımı bile yok. Üstelik onca alternatif varken akla ilk olarak gençlerin haklarını gasp etmek geliyor. Pandemiyle mücadelenin başarısızlığı ortada, bu başarısızlığın sebeplerinden biri de iktidarın pandemiyi önlemek için uğraşmak yerine bu durumdan faydalanarak durumu fırsata çevirmeye çalışmasıdır.

Fırat Sertkaya: Halk bir yandan Covid-19 salgını ile uğraşırken bir yandan da Saray faşizminin yaşam karşıtı politikalarına maruz kalarak bunlarla da uğraştı. Üniversiteliler olarak 550 lira gibi nitelikli beslenmeye dahi yetmeyen kredi/burslarla salgınla mücadele veriyoruz. Gençlik neoliberal kapitalizmin insan hayatını hiçe sayan uygulamalarıyla doğrudan karşılaştı ve tek hedefin ‘üretimin devamlılığı’ olduğu Erdoğan tarafından da sıklıkla dillendirildi. Geçinemeyen üniversiteliler olarak, düşük, hiçbir ihtiyacı karşılamayan burs/kredilerle ölüme mahkum edilmek değil, insanca yaşamak istiyoruz, geleceğimizi istiyoruz.

Volkan Atmaca: Krizi fırsata çevirmek aslında sistemin en temel özelliklerinden bir tanesi. Bir şekilde yaşadıkları krizi ezilenlerin aleyhine çevirmeye zorluyorlar her seferinde. En son çıkan yasalar, salgın döneminde “önlem” adı altında uygulamaya sokulan kararlar… Bunların hepsi ezilen kesimin haklarını gasp etmek üzerine kurgulanmış. Devlet heybesinde saklı tuttuğu yasalarını hazır fırsatını bulmuşken hızlıca gün yüzüne çıkarıyor ve yasalaştırıyor. Toplumun sağlığını düşündüklerini iddia edip kadın düşmanlarını bir yasayla hapishanelerden çıkarıyorlar. İşçiyi hiçbir önlem olmadan çalışmaya zorlamak yetmezmiş gibi, bir de yasayla ücretsiz izine göndermeyi, yani çalışanları daha büyük sorunlarla baş başa bırakmayı hedefliyorlar. Üç beş tane zengin için ise “keyiflerini yerine getirecek” paketler hazırlamak onların bu süreçteki en ulvi görevi!

Bu süreçten en zararlı çıkan kesimlerden bir tanesi de gençlik. Öğrenci, işçi, işsiz vs. gençliğin her kesimi salgından öncede bir sürü çelişkiyle cebelleşirken, salgın fırsatçıları bu çelişkileri katbekat arttırdı. Artık kalacak yeri dahi olmayan, yol parası bile bulamayan, öğrenimine devam edemeyecek olan gençler var. Lüks otelleri yerli yerinde dururken, bir gece yarısı gelip bizi KYK yurtlarından atıyorlar. İnternete erişimimizin olmadığı hallerde dahi herhangi bir çözüm üretmiyorlar ve her zamanki vurdumduymazlıkları ile yaşadığımız sorunları büyütmek için çabalıyorlar sadece. 20 yaş altı için sokağa çıkma yasağı getiriyorlar ama yaşamını idame ettirmesi için hiçbir kaynak sunmuyorlar!

EĞİTİMDE YAŞANAN HAK GASBI KRİZ DÖNEMİNDE DAHA DA DERİNLEŞTİ
-Okullara süresiz olarak ara verildi ancak uzaktan eğitim ile öğrenciler için eğitim öğretim devam ettirilmeye çalışılıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Yurtlarda kalan öğrencilerin son süreçteki durumları nasıl?

Deniz Bahçeci: Üniversitelerin online eğitime geçmesi, ekipman, internet erişimi gibi yeni sorunlara ve yeni eşitsizliklere yol açmış durumda. Herkesin evinde yeterli ekipmanı yok, herkesin evinde internet yok. Bu da eşitsiz bir durum yaratıyor doğal olarak. Online eğitim sisteminin mevcut durumu anlatıcı-dinleyici arasında sağlıklı bir iletişim oluşturamıyor.  Üniversiteler eğitime fiilen ara vermiş durumda aslında. Çünkü üniversite yönetimleri gerekli alt yapı oluşturmuyor, isterseniz bu dönem kayıt dondurabilirsiniz diyor. Liselerde de cinsiyetçi, anti-bilimsel bir eğitim modeli ile lise öğrencileri eşitsiz bir şekilde sınava hazırlanıyor.

Aynı zamanda yurtta kalan arkadaşlarımız apar topar yurtlarından çıkarıldı. Yurtlar güvencesiz ve hukuksuz bir şekilde karantina alanlarına dönüştürüldü. Salgın koşullarında, KYK’nın verdiği burs/kredi ile geçinemiyorken, kalmadığımız yurtların ücretleri KYK tarafından isteniyor.

Elif Üçerli: Uzaktan eğitimin planlaması hala oturtulmuş değil. Öğrenciler için belirsizlik hali devam ediyor. Sınavların nasıl olacağı hala açıklanmadı, online sınav sistemineyse öğrencilerden itirazlar yükseliyor. Bunun yanında online eğitimin verimli yapılması demek, her öğrencinin bilgisayara, internete ve online eğitime ayıracak zamana sahip olması demek. Bunların sağlanmasına yönelik hiçbir adım atılmadı. Öğrenciler ailelerinin yanındayken günlük rutinleri, iş bölümleri değişti. Bu süreçte aile bireyleri çalışamadığı için kendi çalışmak durumunda olan pek çok öğrenci var. Her öğrencinin eğitim hakkından yararlanabilmesi için önce online eğitime erişebileceği koşulların oluşması gerekiyor. İktidar ise bunları sağlamak yerine okul dondurma seçeneğini sundu öğrencilere, bunu bir imkan gibi sundular ama gerçekte olan “parası imkanı olmayan okumasın biz kimseyi doyuramayız” demek. Eğitimde yaşanan hak gasbı; kriz dönemlerinde sınıfsal çelişkiler derinleşir ve daha fazla gün yüzüne çıkar derken neyi kastettiğimizin iyi bir örneği.

Yurtlar konusundaysa sürecin başından beri skandalla karşı karşıya olunan bir durum var. Umrecilerin gidiş dönüş tarihi belli olduğu halde AKP’nin plansızlığı yüzünden yine öğrenciler mağdur edildi. Onlarca vakfa ait onlarca yurt dururken öğrenciler gece yarısı KYK yurtlarından atıldılar; özel eşyalarını, ders notlarını, kitaplarını almalarına fırsat verilmeden yurtlar karantina için tesis edildi. KYK yurtlarından ücret alınmayacağı lütuf gibi sunuluyor ama yaşananların yanında hiçbir şey; kaldı ki öğrencinin bu süreçte kalmadığı yurda para vermesi zaten kabul edilemez. Özel yurtlarda ise yüzde 30’luk bir kesinti mevcut yani öğrenci okullar tatil olduğu halde kalmadığı yurda her ay yurt parasının yüzde 30’unu ödemekle yükümlü, bu durumu MEB de onaylıyor.

UZAKTAN EĞİTİM ARACI OLMAYAN ÖĞRENCİYE ‘KAYIT DONDURMA’ KAPISI GÖSTERİLDİ
Fırat Sertkaya
: Uzaktan eğitime geçilmesiyle birlikte neoliberal dönüşümün yarattığı gelir eşitsizliği, bu eğitim modelinde kendisini fazlaca hissettirdi. Uzaktan eğitim modeli için gerekli elektronik aracı olmayan üniversitelilere imkan sağlamak yerine ‘kayıt dondurma’ kapısı gösterildi. Bu uygulamayı kesinlikle reddediyoruz. İktidarın üniversitelerdeki kılıcı YÖK’e karşı ‘üniversiteler bizimdir’ sesini her zaman yükselteceğiz. Kayıtlarımızı değil YÖK’ü ve tabii olduğu Saray Faşizmini donduracağız. Beceriksizce yönetilen bir sürecin bir başka görünümü olarak üniversiteliler yurtlarından bir gece yarısı atıldı. Eşyalarına dair hiçbir açıklama yapılmadı. Bu beceriksizliğin sorumlusu üniversiteliler değildir.

Volkan Atmaca: Eğitime erişim toplumsal bir sorun olarak varlığını korurken eğitimin online devam ettirilmesi tüm öğrencilerin sorununa dönüştürülmüş durumda. YÖK’e ayrılan milyonlarca liralık fonlara rağmen, online eğitim altyapısı bulunmayan üniversiteler varken bu eşitsiz koşullarda öğrencilerin bu altyapıyı kendisinin sağlaması bekleniyor. Sağlayamayan öğrencilerin okulunu dondurma hakkı bir lütufmuş gibi sunuluyor. Ek olarak bu senenin 7 yıllık üniversite hakkından çalınmayacağı iddia ediliyor. Sistem her koşulda eşitsizliğini korumaya devam ediyor. Bir yılımızı feda etmemizi bekliyor, bugünümüzden ve geleceğimizden çalmaya devam etmek istiyor.

Buradan doğru attığı her adımda öğrencilerin yaşamında yıkım oluşturan AKP-MHP bloğunun eğitim politikalarının çöktüğünü ve bu enkazın faturasının öğrenciye kesilmeye çalışıldığı bir durum gözlemliyoruz. Öğrencilerin talepleri doğrultusunda KYK yurtları ile ilgili atılan adımın öğrencilerin sosyal medya üzerinden ortaya koyduğu eylemliliklerinin bir sonucu olduğunu ve öğrencilerin bu eylemlerin çeşitli biçimlerde sürdürülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ne bir yılımızı ne bir hakkımızı iktidarın yönetme kriziyle çalmasına izin vereceğiz.

PARASIZ SAĞLIK PARASIZ EĞİTİM TALEBİ İÇ İÇE GEÇMİŞTİR
-YÖK Yasası da Meclis'ten geçti, toplumun tüm kesimlerinin itirazlarına rağmen. Buna ilişkin ne söylersiniz?

Deniz Bahçeci: Faşist Saray iktidarı, YÖK eliyle salgın hastalık koşullarını bir tür fırsata çeviriyor aslında. İnfaz yasası da bu koşullarda mecliste hızlıca geçti çünkü bu yasalara karşı çıkan ve itiraz eden kitleler, salgın ile mücadele ediyor ve eşitsiz koşullar altında yaşamaya çalışıyor. Yeni YÖK yasası, üniversitenin politik ve akademik özgürlüğünün yok sayılmasının yasallaşmış halini ifade ediyor. 15 Temmuz’dan bu yana Saray, üniversiteyi baskı ve zor ile yönetti. Tüm demokratik hakları yasakladı, gasp etti. Bu yasa ile anti-demokratik ve hukuksuz olan tüm uygulamalar daha kalıcı hale gelecek. Ancak üniversiteler bir süre sonra açılacak, biz üniversitelere döneceğiz ve yasanın uygulamaları öğrenci gençlik bakımında temel bir mücadele konusu olacak.

Elif Üçerli: Öncelikle üniversite yönetmeliğinde ne yazarsa yazsın şu an demokrat muhalif akademisyenlere yönelik bilhassa Barış Akademisyenleri’ne (ihraç edilmemiş olanlara) yönelik ciddi bir baskı söz konusu.

YÖK düzenlemesindeyse “terör niteliğinde eylemlerde bulunan, bu eylemleri destekleyen öğretim üyeleri meslekten çıkartılacak” cümlesi geçiyor. Ucu açık bir ibare, Türkiye’de anayasal hakkını savunmak, demokratik eylemlere katılmak da terör niteliğinde sayılıyor mesela. AKP karşıtı olan her söz, her söylem böyle kabul ediliyor. Yani bu yasa yeni cadı avlarının habercisi. Tabi bu süreçte toplumun her kesimine yönelik hak gasbına girişen AKP’nin en büyük düşmanlarından biri olan üniversiteyi es geçmesi beklenemezdi.    

Fırat Sertkaya: Üniversite-sermaye iş birliğini daha açık ve net bir şekilde ortaya koyan yeni YÖK Kanunu şaşırtmadı. Sarayın üniversiteleri piyasalaştırma hamleleri son sürat sürüyor. Piyasalaşan sağlık sistemlerinin bir bir çöküşüne tanıklık ettiğimiz Covid-19 süreci aynı zamanda eğitim gibi temel hakların da piyasalaşmaması gerektiğini vurgulamıştır. Parasız sağlık, parasız eğitim talebi iç içe geçmiştir.

AKADEMİNİN HANGİ BİLİMİ ÜRETECEĞİNDEN SANA NE!
Volkan Atmaca
: YÖK’e kurulduğu gün, neo-liberal politikaların üniversiteler düzeyinde hayata geçirilmesinin ve gençliğin zapt-u rap altına alınmasının bir aracı olarak işlev kazandırılmıştı. Bugün ise bu ikisinin yanına şöyle bir işlev eklendi: Üniversiteleri AKP’nin tekkesi haline getirmek.

Son yıllarda üniversitelere ilişkin, rektör atamalarından tutalım da YÖK’ün yeniden yapılandırılmasına, oradan üniversite inşaat ihalelerine kadar her şey AKP’ye hizmet eder şekilde düzenlendi. Bugün alelacele herkesin gündemi koronayken belki de 10 yıllarımıza mal olacak bir yasa, toz bulutunun arasında tüm itirazlara rağmen meclisten geçirildi. Geçen yasayı medya “yaz döneminde eğitim” başlığıyla servis etti ama yasanın içeriği onun çok daha uzun süreli etkiye sahip olacağına ve vahim bir sonucu açığa çıkartacağına işaret ediyor.

Çok basit haliyle yeni yasa bilimsel çalışmalar günün ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenecek diyor! Hâlbuki sana ne akademinin hangi bilimi üreteceğinden, sana ne! Kaldı ki, bugün günün ihtiyacı, millilik, yerellik gibi birçok kavram gerçek manasının dışında AKP’nin ihtiyacı için dizayn edilen kavramlar olmuştur. Bu yasa da AKP’nin siyasal ihtiyaçlarını karşılayan ya da AKP’nin ekonomik yelpazesine göre “bilim” üreten bir üniversite yaratmanın yasalaştırılmış halidir. Peki AKP’nin ihtiyacı dışında bir bilimsel çalışma mı yaptınız örneğin; Bülent Şık gibi ya da Onur Hamzaoğlu gibi ihraç kapıları size gösterilir. Nereye mi şikayet edeceksiniz? Yeni düzenlemede o da var; rektörlüğün altındaki disiplin kuruluna.

YÖK'Ü KENDİ KARANLIĞINA GÖMMEK İÇİN BİR NEDENİMİZ DAHA VAR
Öte yandan doçentlik başvuruları ile ilgili yeni düzenleme de AKP’nin kendi kadrolarının üniversitelerdeki pozisyonlarını yükseltmek için yapılmıştır. Düzenlemeye göre yılda 2 defa yapılan doçentlik başvurularının sayısı -ki Yar. Doç.’luğun kaldırılması düşünülüyordu- artırılmıştır. Fakat, Doçentlik için yeterli akademik puanı karşılayan binlerce akademisyen yıllardır zaten Yar. Doç. ya da Dr. statüsündedir. Ancak burada KHK’larla ihraç ettikleri yerlere, bilimsel çalışmalar için ya da eğitim için akademiye girmemiş, birilerine yalakalık yaptığı için o pozisyonlara getirilmiş insanları getirmek istiyorlar. Bunlar toplamda bilimsel eğitimin önünü tıkayacak, zaten öğrenci merkezli olmayan üniversiteleri AKP’nin karanlığına hapsetmeye hizmet edecektir.

Fakat tüm bunlar, bizim için YÖK’e karşı verdiğimiz mücadelenin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir ve ona karşı mücadelemiz içine bir parantez daha alarak genişlemiştir. Bu bizim için aslında bu kadar nettir. Artık YÖK'ü kendi karanlığına gömmek için bir nedenimiz daha var.

GENÇLİK EZİLEN EMEKÇİLERLE BİRLİKTE YAŞAM GREVİNİ ÖRGÜTLEMELİDİR
1 Mayıs yaklaşıyor. 20 yaş altına sokağa çıkmak yasak. Ama binlerce genç işçi halen daha çalışmaya devam ediyor. Bu bir Mayıs'ta gençlik hangi talepleri ile 1 Mayıs'a katılacak?

Deniz Bahçeci: 1 Mayıs sadece işçilerin, emekçilerin değil, halk gençliği başta olmak üzere tüm gençliğin mücadele, isyan ve özgürlük günüdür. Kapitalizm derin bir kriz için. Halk sağlığı için alınmayan önlemler yüzünden, virüs hızla yayılıyor. Kapitalizm, ne açlığa ne yoksulluğa ne de salgın bir hastalığa karşı çözüm üretebilecek durumda. Çözüm herkesin eşit ve güvenceli koşullarda yaşayabildiği, sokağa çıkma yasağı gibi baskıcı ve faşist uygulamaların olmadığı sosyalizmdedir. Yeni bir dünyaya, farklı bir yaşam biçimine özlem duyuyoruz. Özgür bir şekilde yaşadığımız, eşit koşullarda altında eğitim aldığımız, her ulusun, her inancın, tüm cinsel kimliklerin adil bir şekilde yaşadığı, üretimin ve yaşamın kolektif emek ile örgütlendiği bir sistem içinde yaşamak istiyoruz… İşte bu sistemin adı sosyalizmdir.

Milyonlarca genç işçi, salgın koşullarında dahi güvensiz bir şekilde çalışıyor/ çalıştırılıyor. Ücretli izin hakkı sadece çalışanların değil, gençliğin ve tüm toplumun temel bir talebidir. Ücretli izin hakkı için, tüm çalışanlar başta olmak üzere ezilen emekçi kesimler, yaşam grevini örgütlemelidir.  Biz de kendi durduğumuz konumdan yaşam grevinin örgütlenmesi ve ücretli izin hakkının koşulsuz bir biçimde uygulanması için mücadele ediyoruz. Tersane önlerdeyiz, PTT ve ŞOK Market işçilerini yanındayız, mahallemizde toplumsal dayanışmanın örülmesi için sorumluluk alıyoruz.

Bu 1 Mayıs; kapitalizme karşı sosyalizmin, bireysel önlem çağrılarına karşı toplumsal dayanışmanın, eşitsiz ve güvencesiz koşullara karşı ücretli izin talebinin ve yaşam grevi çağrısının yükseleceği bir 1 Mayıs olacak. 1 Mayıs’ta bulunduğumuz yer heri mücadele alanına çevireceğiz. Meydanları, sokakları, evlerimizi sosyalizmin kızıllığına boyayacağız. Tüm gençliğe çağrımızdır; 1 Mayıs’ta bulunduğunuz her yerden ses çıkarın, marş söyleyin, mahallerde yapacağımız kutlamalara katılın.

ÇALIŞANA ÜCRETLİ İZİN ÖĞRENCİYE BURS
Elif Üçerli
: Hafta sonu sokağa çıkma yasağı OSB yönetimleri tarafından delinirken 20 yaş altına getirilen yasağın da 20 yaş altı çalışanları yani genç işçileri kapsamayacağı açıklandı.

Bu 1 Mayıs Türkiye’de son yıllarda emek sömürüsünün en fazla ve en vahşice yaşandığı döneme denk geliyor bu nedenle her zamankinden daha anlamlı. Koronavirüs nedeniyle halk sağlığının tehlikeye atıldığı bu süreçte sermayenin değil halkın ihtiyaçları karşılanmalı. Biz bunun gerçekleşmesi için saydığımız taleplerimizi “Çalışana ücretli izin, öğrenciye burs” şeklinde özetledik ve siyasi kampanyamızı bu talepler doğrultusunda yürütüyoruz.

Faşist saldırıların arttığı, egemenlerin kendilerini kurtarmak için halka yönelik sömürüyü artırdığı, ezilenlerin daha çok ezildiği, kapitalizminse derinleştiği bir süreçteyiz. Koronavirüsün dünyada bu kadar insanın ölümüne sebep olması insanı değil parayı merkeze alan kapitalist sağlık sistemiyken kapitalizmin halklara insanca bir yaşam sunamayacağı bir kez daha görüldü. Bu süreçte bizlerin görevi küçük gündelik hesapları bir kenara bırakıp direnişi, dayanışmayı ve örgütlü mücadeleyi her zamankinden fazla yükseltmek. Bu 1 Mayıs örgütlü mücadelemizi yükselttiğimiz ve emekçilerin özgürlüğe doğru bir adım daha attığı bir mihenk taşı olmalı.

Fırat Sertkaya: 18-20 yaş arası genç işçiler de diğer işçiler gibi ölüm tehdidi ile yaşamlarını sürdürüyor. Sermayenin yararına yönelik büyük paketler açıklayanlar işçileri her gün virüsle burun buruna çalıştırmaya devam ediyor. Virüs iktidar eliyle doğrudan işçilere çevrilmiş durumda. Üniversiteliler olarak ücretli izin talebinin vurgulanması ve parasız sağlık, parasız eğitim haklarının görünür kılınması hayati önem taşımamaktadır. Geçinemiyoruz çığlığının daha da derinleştiği pandemi günlerinde en haklı ve inandırıcılığı yüksek taleplerin bu çerçevede oluşması gerektiğini düşünüyoruz.

Volkan Atmaca: Aslında bu durum genel olarak sistemin bütün eşitsizliğini ve her hamlesinin mevcut eşitsizliği derinleştirdiğini ortaya koyan bir fotoğraf sunuyor bize. Çalışmak ya da çalışmamak, sokağa çıkmak ya da çıkmamak kitleler için tercih edilebilir durumda değil. Kaldı ki, bir tercih yapılabilse dahi seçimlerin sonucu değişmiyor. Sonuç her koşulda ezilenlerin içinde bulunduğu çok yönlü krizi büyütmekten öteye gitmiyor. Örneğin çalışmaya devam edenler salgın karşısında en riskli konumda duruyor. Çünkü biliyoruz ki, üretim devam edecek diyen iktidar, üretimi devam ettiren işçi ve emekçileri salgın karşısında savunmasız bir şekilde çalışmaya zorluyor. Koruyucu hiçbir önlem alınmadan binlerce işçi yan yana çalışıyor.

Kayıtsız çalışan ve 20 yaşın altında olan on binlerce genç var. Hatta pek çok ailenin ekonomisi bu gençlerin çalışmasıyla işliyor. 20 yaşın altında olan gençlere sokağa çıkmayı yasaklayan anlayış, esas olarak salgından bağımsız tutumunu istikrarlı bir biçimde sürdürüyor. Büyük bir kısmı çocuk yaşta olan on binlerce gencin kayıtsız, güvencesiz, kötü koşullarda çalışmasına göz yuman ve hatta buradan büyük bir emek sömürüsü yaratan sistem, yok sayma halini sürdürüyor sadece. Bu tablo karşısında alınacak herhangi bir önlem, atılacak hiçbir adım mevcut eşitsizliği ortadan kaldırmayacağı için çözüm de getiremez. Zaten iktidarın salgın karşısında, ezilenler açısından takındığı tutum çok açık. Ve bu tutumun herhangi bir kesim için istisnası dahi söz konusu değil. Aldıkları her “önlem” toplumun her kesimine dönük bir saldırıya dönüşmüş durumda. İnfaz yasasından “işten çıkarmanın yasaklanması”na kadar bu böyle!

Bu koşullarda 1 Mayıs’ı karşılıyoruz. Kuşkusuz bu 1 Mayıs alışık olduklarımızın çok ötesinde olacak. İçinde bulunulan her koşulun kendi olanaklarını da yaratacağına inanıyoruz. Fiziksel mesafeye rağmen taleplerin ortaklaştırılmasının ve birlikte söze, pratiğe dökülmesinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu yönüyle biz gençliğin temel talebini, her geçen gün büyüyen işsizliğe ve her alanda derinleşen eşitsizliğe karşı yükseltmek gerektiğini düşünüyoruz. Salgının çalışma alanında yarattığı tabloyu geleceğin provası olarak okuyoruz. Sanayi 4.0’la çalışma alanlarında yaşanacak gelişmeler/değişimler bugün prova ediliyor. Bunun için diyoruz ki eşit ve adil bir gelecek için, geleceği olan bir gençlik için ve herkesin sevdiği üretimlerde gönüllü olarak bulunabileceği özgür bir gelecek için 1 Mayıs’a yürüyelim.