29 Eylül 2024 Pazar

'Düşmanlarının ölülerini de sürekli öldürmek ister'

Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi panelinde, aslında geride kalanlara işkence edildiği kaydedildi. Kimin kime şiddet uygulayacağına iktidarın karar verdiği kaydedilen panelde, bu politikaya karşı mücadele edileceği de vurgulandı. 

Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi, Şişli'de bulunan Nazım Hikmet Kültür Evi'nde "Ölüye saygı ve adalet konferansı"nı gerçekleştirdi. Sinevizyon gösterimiyle başlayan konferansa HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, HDP Milletvekilleri Hişar Özsoy, Garo Paylan, Barış Vakfı'ndan İPS Koordinatörü Nadire Mater, siyasetçiler İlknur Biryol, Murad Mıhçı, İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin, gazeteci Ali Duran Topuz, Barış Anneleri, Yakay-Der, ÖHD üyeleri katıldı. 

AYDIN: CENAZELER KİMİ ZAMAN ÇÖPLÜKLERE DAHİ ATILDI
Konferansın açılış konuşmasını İnisiyatif Eş Sözcüsü Derya Aydın yaptı. Aydın, sadece ölü bedenlere yönelik fiziksel şiddet olarak değil aynı zamanda mezarlıklara ve inanç merkezlerine yönelik saldırıldığını belirten Aydın, "Ölüler mezarlıktan çıkarılabiliyor, yerlerde sürükleniyor. Bunlar yaygın medyada meşrulaştırılıyor. Bunu en çok PKK gerillalarına yapılan işkencelerde görüyoruz. Özellikle 1990'larda ne devlet ne de kurumlar bunu uygun biçimde kaydetmedi. Ölülere ne oldu? Özellikle çatışmalarda hayatını kaybedenlere ne oldu? Çoğu defnedilmedi. Bazıları arkadaşları tarafından defnedildi ama bu cenazeler kimi zaman açıkta kaldı. Çöplüklere dahi atıldılar" dedi. 

'LGBTİ+LARIN CENAZELERİ AYRIMCILIĞIN HEDEFİNDE'
LGBTİ+'ların cenazelerinin ciddi anlamda ayrımcılığın hedefinde olduğunu kaydeden Aydın, LGBTİ+'ların cenazelerinin camilere alınmadığını, kendi arkadaşları cenazelere sahip çıkmak isteyince de aileler tarafından engellendiğini söyledi.

DUTUO: AYLARCA KAYBEDİLEN ÇOCUĞUMU ARADIM
Zorla Kaybetmelere Karşı Avrupa Akdeniz Federasyonu (FEMED) Başkanı Nassera Dutuo, mezarlara yönelik saldırıları çifte işkence olarak değerlendirdi. Cezayirde'ki derneği 1997 yılında oğlu kaybedildiğinde kurduğunu belirten Dutuo, "Aylarca, ben de sizin gibi çocuğumu aradım. Birlikte çocuklarımız aramamız gerektiğini düşündüm. Biz de her Çarşamba İnsan Hakları Gözlemevi'nin önünde toplanıyorduk. Polis saldırıyordu. TOMA ile sıcak su sıkıyorlardı. Direniyorduk. Direndik. Şu anda da direnmeye devam ediyoruz. Ben ilk kez kayıp aileleri ile İstanbul'da tanıştım. AF Örgütü bir toplantı yapmıştı beni de çağırmıştı. Ben orada Cumartesi Anneleri ile tanıştım. Hatıramı hiç unutmuyorum. Bu anneleri hiç unutmuyorum. Aynı dili konuşmasak da birbirimizi anladık. Elimizde fotoğraflar çocuklarımız nerede diye soruyoruz. Hepimiz anneyiz. Hepimiz aynıyız. Arjantinli anneler de vardı. Suriye'de, Irak'ta, Yemen'de olanları görüyoruz. Bu müthiş bir silah. Sadece öldürseydi bu acı bizim içimizi burkuyor" dedi. 

'ÇOCUKLARIMIZIN NEDEN ÖLDÜRÜLDÜĞÜNÜ BİLMEK İSTİYORUZ'
Ailelerin çocuklarının neden öldüğünü bilmek istediğini ve öğrenene kadar da durmayacağının altını çizen Dutuo, her kayıp için beş binden fazla dosya oluşturduklarını belirtti ve şöyle devam etti: "Bütün bu dosyalar BM'nin Kayıplar Dairesi'nin karşısına gönderildi. Senelerdir bu çalışma grubu müzakere ediyor. FEMED, İstanbul'dan çıktı. Kolumu tutup çocuklarının fotoğraflarını gösteren annelerden çıktı."

Konferansın "Türkiye'de ölülere yönelik çok yönlü şiddeti" başlıklı ilk oturumunu İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin yönetirken Ayhan Yalçınkaya, Yusuf İnal, Murad Mıhçı, Ercan Geçmez, Taha Elgazi ve Mekiye Ormancı konuşmacı olarak yer aldı. 

GEÇMEZ: CESETSİZ ÖLÜLER
İlk sözü alan Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez, Osmanlı'dan bu yana Alevilere işkence yapıldığını kaydetti. Koçgri katliamını hatırlatan Geçmez, yıllar geçmesine rağmen kadınların hala siyah giyindiğini söyledi. Alevi katliamlarını anımsatan Geçmez, "Öldürülen insanlarımızın çoğunun cenazesinin olmadığı Osmanlı'nın fetvalarının devam ettiğini gösteriyoruz. Çoğu Maraşlı cenazelerine dair acıyı yaşayamadan ülkeyi terk etmek zorunda kalıyor. Arkasından Çorum katliamı geliyor. BM rakamlarıyla 'cesetsiz ölüler'" ifadelerini kullandı. 

ELGAZİ: SURİYELİ GÖÇMENLER İKİ NOKTADA SAYGISIZLIK 
Göçmenler adına konuşan fizik profesörü Taha Elgazi, 2013'te tüm hayallerini Suriye'de bırakarak Türkiye'ye geldiğini belirtti. "Mülteci, göçmen, sığınmacı hepsi aynı acıları yaşıyor. Mülteci olmak seçtiğiniz bir durum değil. Zorunlu yaşadığınız bir şey sizin kararınız değil" diyen Elgazi, Suriyeli göçmenlerin Türkiye'de yıllardır iki noktada saygısızlık yaşadığını dile getirdi. Elgazi, "Birincisi, denizlerde kaybettiğimiz canlar. Onların canları cesetleri aileleri için çok üzüntülü bir noktadadır. Dün bize bir rapor iletildi. BM raporu. 2022'de ilk altı ayda 934 Suriyeli ölü ama cesetsiz. Aynı zamanda da maalesef 2021'de 3 bin 231 kişi ölü kayıtlarında ama cesedi bulunmadı. 2019'da bin 510 kişi, 2018'de 2 bin 277 kişi. Bunlar BM'nin resmi verileri" dedi. 

'MÜLTECİ ÖLÜLERE DE SAYGISIZLIK ÇOK'
Siyasetçilerin nefret söylemleri ve mülteci düşmanı politikaları yüzünden Suriyelilerin katledildiğini, faillerin cezasızlıkla ödüllendirildiğini anımsatan Elgazi, "Türkiye'de mülteci olmak zor, şimdi iki kat zor oldu. Mülteci ölülere de saygısızlık çok. Türkiye Suriye sınırında yüzlerce insan öldürüldü nişancılar tarafından. Bu kişilerin hakları savunulmuyor. Mahkemede baskı oluyor. O dava kapanma noktasına geliyor."

TİRYAKİ: DİNİ KENDİLERİNE ARAÇ YAPMIŞLAR
Mele Abdulbari Tiryaki ise devletleri yönetenlerin dini kendilerine araç yaptığını kaydetti. Bugün yaşayana da ölüye saygı olmadığını belirten Tiryaki, "Sadece kendi inancımdaki kişiler öldüğünde onlara saygısızlık yapıldığında bunlardan söz edersek bu olmaz hepsinden söz etmem gerekiyor. Aleviler, Suniler, Şafiler hepsi baş göz üstünde" ifadelerini kullandı.

MIHÇI: BU SALDIRILAR ÖLÜLERE DEĞİL KALANLARA
Bu coğrafyada yaşanan tüm acıların özetinin Hatun Tuğluk ve Aram Tigram'a yapılanlar olduğunu belirten Murad Mıhçı, Konya Ereğli Ermenilerinden olduğunu ve mezarlarının üzerine evler yapıldığını söyledi. Çoğu Ermeni mezarının define var sanılıp kazıldığını kaydeden Mıhçı, "Her gün bir mezarlık kazılıyor. Ankara'da TOKİ Ermeni mezarlığının üstüne bina yaptı. Van Edremit Ermeni Mezarlığı üzerine tuvalet yapıldı. Gezi Parkı'nda Ermeni mezarı vardı. Oradaki merdivenler Ermeni mezarların taşlarından yapıldı. Bu saldırılar aslında ölülere değil kalanlara. Bu saldırılar yapılırken canlılara yaşayanlara yapılıyor. Biz onların istediği gibi anlamıyoruz. Ben Diyarbakır'daki annelere demiştim, 'Biz gelemiyoruz, o mezarlıklar size teslim'" ifadelerini kullandı. 

ORMANCI: KADIN BEDENİNİ BİR ALAN OLARAK KULLANIYORLAR
TJA aktivisti Mekiye Ormancı da söz aldı. Kadınlara mülkiyet anlayışı saldırıldığını ve kadın bedeninin bir alan olarak kullanıldığını belirten Ormancı, şöyle devam etti: "Ölü kadınlara da bu yöneliyor. Bu mülkiyet kavramı çerçevesinde, 1990'larda kadın gerillaya uygulanan şiddeti hatırlatmak isterim. 1990'lı dönemler Türkiye'nin Ortaçağı'dır. Orası aydınlatılmadığı sürece Türkiye 1915'le de yüzleşmeyecek. 1990'larda kadın gerillaların memelerinin ucunu kesip tebih yaptılar. Son zamanlarda Ekin Van şahsında karşımıza çıktı. 1990'larda daha çok vardı. Taybet Ana şahsında şehir savaşlarında  karşımıza çıktı. Gömülme hakkı elinden alındı. Bu ilk değildi. 1990'larda da olmuştu. Biz gömülmeyen ölü bedenlerle büyüdük. Arkadaşımızın bedeni yerde sürüklendi. Bugün resmi hafıza bunları silmeye çalışıyor ama halen halkın beyninde."

Ormancı son olarak "Bizi öldürdükten sonra bize tecavüz eden bir zihniyetle mücadele ediyoruz" vurgusu yaptı. 

YALÇINKAYA: DEVLET KENDİ VARLIĞI İÇİN KENDİSİ DIŞINDA HERKESİ ÖLDÜREBİLİR
İlk oturumun son konuşmacısı akademisyen Ayhan Yalçınkaya oldu. Ulus devletin kendisini tanımladığı millete göre var ettiğini belirten Yalçınkaya, "Bu meşruiyeti sürekli üretmek durumunda. Devlet dediğimiz şey, siyasal bir kültür militarist yapıya bürünmüşse, sürekli iktidarın yıkılacağı bir krizle içkindir. Devlet kendi dışında herkesi öldürebilir kendi varlığı için. Şehitler de böyle ortaya çıkar. Kendi kurucu ölülerinin ölmediğini bildiği için onları sürekli anar. Devlet bunu bilir. Düşmanları için de bunun böyle olduğunu bilir. Ölüler geri döner. Devlet bunu bilir. Her devlete içkin bir şeydir. Bu öldürme döngüsünün varacağı yer soykırımdır. Devletin kendi intiharıdır. Biz bugün bu döngüyü yaşıyoruz. Düşmanlarının ölülerini de sürekli öldürmek ister."

Konferansın ikinci bölümü, "Etik, hukuk ve (nekro) politika" başlığıyla devam etti. İkinci bölümün yöneticisi Remzi Altunpolat olurken, gazeteci Ali Duran Topuz, Atalay Göçer, Cana Bostan Hülya Dinçer, Atalay Göçer konuşmacı olarak yer aldı. 

DİNÇER: GERİDE KALANA DA İŞKENCE DEVAM EDİYOR
İlk sözü alan Avukat Hülya Dinçer, yargısız infazlarla ilgili davalarda delillerin hep soyut olarak  kabul edildiğini ve beraat kararlarının geldiğini belirtti. Hayatta kalanın tanıklığına inanılmadığını, haliyle de eşitlikten söz edemediklerini söyleyen Dinçer, "Adalet arayışının bastırılmasıyla birlikte geride kalana da işkenceye devam edildiğini görüyoruz. Cezasızlık aslında geride kalanı yaralayan bir şey. Cezasızlık örgütlü bir devlet politikası Türkiye'de. Cenazelere saldırılar konusunda kendisini askıya alan bir hukuk var" dedi. 

'YAS TUTMA HAKKI DA İHLAL EDİLİYOR'
Yas tutma hakkının da ihlali olduğunun altını çizen Dinçer, "Bu da düşmanlıkla ilgili. Torba ile gönderme, kargo ile göndermenin amacı ölü bedeni eşyalaştırmayla ilgili. Öldürdüğünü bu dünyada insan olmayan bir şey gibi sunmaya çalışıyor. Sokağa çıkma yasaklarıyla ilgili dönemdeki mahkemeler 6 yıldır devam ediyor. Hukuk burada devleti sorumluluktan kaçınırken, öleni ve geride kalanı damgalıyor. Bazen de hukuk delil karartmanın aracı oluyor. 2015'te mesela cenazelerin avukatlardan bağımsız gözlemcilerden kaçırıldığını biliyoruz. Türkiye'de olduğu gibi İsrail'de de benzer uygulamalar vardı. Hukuki kurallar bizzat adalet arayışına da engel oluyor. Hukuki süreçleri aileleri tarafından yürütülmeyen kadın ve trans cinayetlerinde cenazeler sadece sahipsiz kalmıyor, hukuki başvuruları da yapılamıyor" ifadelerini kullandı.

BOSTAN: TARİHİN HİÇBİR DÖNEMİNDE SOYKIRIMA BU KADAR YAKIN OLMAMIŞTIK
Ege Üniversitesi akademisyenlerinden Cana Bostan, nekropolitika kavramını anlattı. Bostan, "Hepimiz biliyoruz ki düşünceye dil verenlerin sessizleştirenler olduğunu tanımak gerekiyor. Ölüm siyasetine dair hep çalışmalar vardı. Nekropolitika kavramı ilk olarak 2003'te üretiliyor. Tarihin hiçbir döneminde soykırıma hiç bu kadar yakın olmamıştık. Bu da belirli iktidarları fail olmaktan çıkaran bir zemin kuruyor."

TOPUZ: MEDYA DAHA SUÇLU
Gazeteci Ali Duran Topuz, medyanın durumunu Bitlis depreminde gördüklerini söyledi. Topuz, "Medyanın gösterirken gizleme, bazen de saçma bir şekilde herkesi araçsallaştırdığını gördük. Medya aynı şeyi Gezi'de de yaptı. Medya gerçekle ilişki kurmuyor. Daha can yakan meselelere gelince bambaşka bir yere geliyor. Gezi'de olduğu gibi. Gezi hükümeti rahatsız eden kamusal bir kalkışma gibiydi. Medya o zaman penguen yayıncılığına döndü. Bu yapılırken bir penguen yayıncısı olduğu açığa çıktı. Binlerce insan kaybedilirken, asitle insanlar yakılırken penguen yayıncılığı yapılıyordu. Ya penguen yayıncılığı ya da saldırgan düşmanca yayıncılığı yapılıyordu 1990'larda. Gezi'de o merdivenlerde eylemler yapılırken merdivenler kırıldı ve Ermenice yazıların yer aldığı mezarlıklar ortaya çıktı. Biz o eylemde 1915'e düşmüş gibiydik; orası bir zaman tüneli gibiydi. Medya bunu haber yapmadı bile. bianet'te haber oldu. Birçok muhalif basınların bir kısmı bununla ilgilenmedi. Bir süre sonra gazeteci patronlar gitti yerlerine TÜSİAD ile bağı olan gazete patronları geldi. Medya doğrudan devletin veya alt otoriterlerin taleplerine uygun başlıklar atabilir. Dersim Katliamı'nda olduğu gibi 'mağaralarda fareler gibi zehirlendiler' diye başlık atabilirler. Medya, uzun bir süre sonra açık bir şekilde düşmanlaştırma, öldürmeyi hak olduğuna dair zihinleri hazırlama, alan oluşturma fonksiyonları içinde oldu. Hukukun yaptığı gibi şiddeti gizlediği gibi, medya da bunu yapıyor. Medya bu konuda daha suçludur" dedi. 

'ANA AKIM MEDYA SAVAŞIN DESTEKÇİSİ'
"1990'lardaki ölüye saygı meselesine geleyim. Özgür Ülke 1993'te "'İnsanlık sürükleniyor' başlığını atar. Bir gerilla bir askeri aracın arkasında sürükleniyordur. Biz 2015'te benzer bir fotoğrafa daha rastladık" diyen Topuz, şöyle devam etti: "1993'teki fotoyu Sabah'tan bir arkadaş çekiyor, merkeze gönderiyor. Bu kişi Özgür Gündem'e gönderiyor. Kimse bu olayı ne gördü ne konuştu o dönemde. Özel Tim, o fotoğrafı çeken çocuğu gözaltına alıyor dövüyor. Oradan geçen birisi hastaneye götürüyor. 2015 için bu durum neydi? Ana akım medya savaşın destekçisi. 2015'te işler değişiyor. Saklamıyor artık, açıkça göstermeye geçiyor, devlet işkence meselesinde."

GÖÇER: KİMİN KİME ŞİDDET UYGULAYACAĞINA İKTİDAR KARAR VERİYOR
Son olarak barış aktivisti Atalay Göçer konuştu. Göçer şunları söyledi: "Gömülme hakkı üzerine konuşacağım ben. Nekro-politika aslında özetlemek gerekirse egemen ölü üzerinde hak sahibi olma ve öldürme hakkına gönderme yapıyor. Kültürel norm kültürel şiddeti de barındırıyor. Kimin kime şiddet uygulayacağına da iktidar karar veriyor."