27 Eylül 2024 Cuma

Diren Newal yazdı | Deprem yıkım devrim

Egemenlerin zihniyeti ezilen halklar üzerindeki politikalarında ortaklaştı. Onca yıkıma rağmen Şam hükümeti ambargoyu kaldırmadı, çeteler yardımların geçmesine izin vermedi. İlk günden itibaren Özerk Yönetimin yardım teklifleri reddedildi, bölgeye gönderilen mazot ve yaşam maddesi dolu olan tırlar Minbic'te bekletiliyor -Özerk Yönetimin yoğun çabasıyla sınır kapısı açıldı ve ilk yardımlara geçiş izni verildi- Erdoğan nasılsa çetesi de aynı. Depremde de kıyımda da kendi iktidarını korumanın derdinde. Depremden bir gün sonra Til Rıfat Türk devletince bombalanmaya devam etti. Medya Savunma Alanlarında HPG'nin ateşkes çağrısına rağmen yasaklı bombalarla gerillayı hedef aldı.

Türkiye, Kuzey Kürdistan ve Suriye'yi etkileyen bir deprem yaşandı. Büyüklüğü ve oluş biçimi bakımından da ayırıcı özellikler taşıyan bu deprem, dünyanın jeolojik tarihine olduğu kadar Türkiye ve Kuzey Kürdistan ezilen halklarının özgürlük mücadelesi tarihine geçecek. Çünkü AKP, iktidarı boyunca Türkiye Cumhuriyeti tarihinden devraldığı soykırım geleneğini yaşattı. Bu kez deprem ve sonrasında gelişen süreçle kitle katliamının faili durumunda. AKP-MHP faşist iktidarı on binlerce emekçiyi, yoksulu o enkazların altına diri diri gömdü.

İlk günden itibaren kaos ortamı yaratan ve seyirci kalan faşist iktidar, alandaki insanlara yardım etmedi. Alevilerin yaşadığı ve en şiddetli yıkımların yaşandığı köylere günlerce hiçbir yardım ekibi, göndermedi. Devlet erkanından, emekçilere, devrimcilere dönük tehditler ardı ardına gelirken şehirler kıyamet meydanına dönmüş durumda.

Suriye ve Rojava toprakları da depremden etkilendi. Özerk Yönetimin denetiminde olan yerlerde yıkım ve can kaybı minimum düzeyde. Deprem sonrası depremin etkilediği bölgelerde, tüm konutlar kontrolden geçti ve QSD dahil tüm kurum ve kuvvetler hazır halde bekliyor. Türk devletinin işgali altında olan yerler ise Kuzey Kürdistan ve Türkiye'den farklı değil. Zaten, Türk Devletinin işgal saldırıları yüzünden her gün yıkımla burun burunaydı. Erdoğan çeteleri yoksul halkın evlerini talan ediyordu. Halep'te Şexmeqsûd mahallesi aylardır Şam rejiminin ambargosu altında en temel yaşam ihtiyaçları dahi karşılanamıyordu. Bir de böylesine yıkıcı iki deprem üst üste yaşandı. 

Egemenlerin zihniyeti ezilen halklar üzerindeki politikalarında ortaklaştı. Onca yıkıma rağmen Şam hükümeti ambargoyu kaldırmadı, çeteler yardımların geçmesine izin vermedi. İlk günden itibaren Özerk Yönetimin yardım teklifleri reddedildi, bölgeye gönderilen mazot ve yaşam maddesi dolu olan tırlar Minbic'te bekletiliyor -Özerk Yönetimin yoğun çabasıyla sınır kapısı açıldı ve ilk yardımlara geçiş izni verildi- Erdoğan nasılsa çetesi de aynı. Depremde de kıyımda da kendi iktidarını korumanın derdinde. Depremden bir gün sonra Til Rıfat Türk devletince bombalanmaya devam etti. Medya Savunma Alanlarında HPG'nin ateşkes çağrısına rağmen yasaklı bombalarla gerillayı hedef aldı.

Burjuva medya gerçekleri gizlemeye çalışsa da sosyal medya ve özgür basın susturulamadı. Köylerden "Biz ölülerimizi yıkamadan kefensiz gömüyoruz" çığlıkları yükselirken, şehirlerde sokaklar hayatını kaybeden insanların naaşlarıyla doldu. "Benim yavrum soğuktan donmuş" diye bağıran kaçıncı kadındı? En temel insani ihtiyaçlarını, tuvaletini naaşların arasında gerçekleştirmek zorunda kalmanın utancından ağlayarak konuşuyordu bir diğeri. Bir sabah uyandığında köpeklerin naaşlara saldırdığını anlatıyordu bir depremzede. Artık "ölü ya da diri çocuklarımızı istiyoruz" demeye başladıklarında umutlar tükenmişti. Cenazeleri kaçırmaları, kimsenin bilmediği alanlara atmaları, denize dökmeleri ya da yakmaları muhtemeldi. Soylu, gecikmeden talimatı verdi, kepçelerin molozları kaldırırken parçaladığı cesetlerin haberleri de geldi. 

Kapitalist sömürgeci devletlerde ezilenler, yoksullar, işçi ve emekçiler için insanca bir yaşam yoktur. Kapitalizmin insanı nasıl 'çöp' olarak gördüğünü, Covit 19 sürecinde toplama kamplarına dönen hastahanelerden, sokaklarda ölen insanlardan, toplu mezarlardan anladık. Bu depremle bir kez daha gördük ki kapitalist sömürgeci devlette insanca yaşam hakkı olmadığı gibi insanca ölme hakkı da yoktur. AKP iktidarı bunca yıldır Kürdistan'da ölen insanların naaşlarına yaptığı zulümlerle faşizmini yükseltti. Gerilla cenazelerini kaldırım altlarına gömen, annesine kemiklerini postayla yollayan, yıllar sonra yaşlı babasının eline bir çuvalda oğlunun kemiklerini veren devlet, kapitalist sömürgeci Türk devletiydi. Taybet Anayı katleden, Ekin Wan'ı çıplak halde sürükleyen, Garibe'ye tecavüz edip öldüren, gerilla Helbest'in gülüşünü kimyasala boğan erkek egemen Türk devletiydi. Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyetine devredilen soykırım mirasıyla halkları kıyımdan geçirmeye devam eden AKP-MHP faşist iktidarıydı. Maraş'ı Madımak'ı Ağrı'yı, Zilan'ı yaşayanlar Roboski'de kar üstünde uzayıp giden battaniyelere sarılı naaşları görenler bugün depremin olduğu bölgelerde yığılan cansız insanları garipser mi? Ya da kendi askerini yakan bir ordudan böylesi bir felakette naaşlara saygı duyması beklenir mi? Bir kuvvet, düşmanına karşı yürüttüğü savaşta kullandığı silahlar ve silahları kullanmanın bağlandığı amaç karakterini ortaya koyar. Bir ordu düşünün ki; askerleri, silah arkadaşlarının bedenlerini uçurumlardan atsın. Bir ordu düşünün ki; yaralı halde yatan aynı tarafta savaştığı arkadaşını benzin döküp yaksın. Bu ordunun düşmana verebileceği zarar değildir mesele. Bu ordu kendi kedini yiyen barbarlara dönmüştür. Ve bu barbar sürüsü dönüp dolaşıp çıktığı topluma saldıracaktır. Düşmanı için değil, kendi insanı için ölümcüldür bu kuvvet. O yüzden Soylu'nun tek bir talimatıyla kepçelerin enkazlara dalması, ölü ya da diri orada kalanların bedenlerini parçalaması, Türk devletinin politikalarını bilenler için tahmin edilmez değildir. Bu kuvvetin bir ferdinden anlayış ya da yardım beklemek, insanca bir muamele ummak mümkün müdür? Başımıza gelen felaket deprem değil AKP'dir. Yıkılan binalar değil çöken rejmin resmidir. İktidarın enkazlardan bir an evvel kurtulmak istemesi şaşırtır mı?

Tüm sistemini kirli savaşa göre yapan, egemenliğini sermayedarlara yaslayan AKP-MHP faşist iktidarı böylesi bir felakette halkın günlerdir aç, susuz soğukta kalmasına neden oldu. Çünkü tüm sular ve yemekler, tüm kaynaklar işgal için savaşan askerlere gidiyordu. Molozları kaldıracak kepçeler, iş makinaları alanda yoktu. Çünkü Erdoğan, Başur'a işgal için yol yapıyordu. Kaldıracak helikopter, yüzdürecek gemi bulmak için kırk takla attı. Çünkü Erdoğan, faşizmini bölge halklarının katliamına dayanan savaşlarla büyütüyordu. İşte bugün her şey daha net. Faşist şef Erdoğan'ın rant ve talana dayalı ekonomisi, işgale dayalı varlığı tüm çıplaklığıyla göz önünde. Bugün ezilen halklar kapitalist sistemde yaşam hakkının elinden alındığını gördü. İşgalci sömürgeci bir devletin çeteleri besleyip doyuran kaynaklarının bebekleri soğuktan dondurduğunu gördü. Kapitalist sömürgeci Türk devletinin düşman olarak yalnızca komünistleri, devrimcileri, yurtseverleri görmediğini anladı. Faşist şef Erdoğan dağlarda, kentlerde, zindanlarda ya da Rojava'da gerillaya ve özgürlük savaşçılarına olduğu gibi yoksula, emekçiye, işçiye de bir mezarı reva görmediğini kanıtladı. Gıcır takımlarını, sıcak montlarını giyen sermayenin 6'lı şövalyeleri de oy derdine düştü. Onca katliamda faili meçhul cinayette elleri olanlar milyonlarca emekçinin birbirine karışan naaşlarına dönüp bakmadılar bile. Ezilen halklar dostunu da düşmanını da tanıdı. Onlar oy peşinde koşarken sosyalistler, devrimci ve yurtseverler kurdukları komitelerle ilk andan itibaren halkın yanındaydı. Faşist Şef Erdoğan'nın kibrinden çatladığı kürsülerde ağzını köpürterek hedef gösterdiği devrimciler OHAL'i tanımadı. O kaosta 'dayanışma ezilenlerin inceliği' şiarıyla bir derman oldu. 

Faşist şef Erdoğan'ın iktidarında ölüye saygı hakkı da kaybedilmiş durumda. Bu hakarete son vermeli. İnsanlık onuruna yakışan bir hayat herkesin hakkıdır. Sarsılan faşist iktidarın yıkılma zamanı geldi. AKP-MHP iktidarını bu enkaza gömmenin vaktidir. Yıkıntılar arasından umudu, dayanışmayı büyütmenin, cesarete sarılmanın tam sırasıdır.