27 Eylül 2024 Cuma

Demokratik Cumhuriyet Konferansı: Geçmişle hesaplaşılmalı

Demokratik Cumhuriyet Konferansında yapılan sunumlarla Cumhuriyetin yüzyıllık muhasebesi yapıldı. Tekçi ideoloji ile bu ülkede farklı kimliklere, inançlara yapılan haksızlıkların Türkiye halklarına anlatılması gerektiği kaydedilen tartışmalarda, başka bir cumhuriyetin mümkünlüğünün altı çizildi.

Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) İstanbul Cem Karaca Kültür Merkezi'nde düzenlediği Demokratik Cumhuriyet Konferansı devam ediyor. HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar'ın yaptığı açılış konuşmasının ardından konferansın ilk oturumunda, "Cumhuriyet: Yüzyılın muhasebesi" başlığı altında tartışmalar yürütülüyor. Süreyya Karacabey'in moderatörlüğünde gerçekleşen oturumda, ilk olarak sağlık sorunları nedeniyle online katılan görevden alınan Mardin Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Ahmet Türk konuştu.

TÜRK: TÜRKİYE HALKLARININ AYDINLANMASI GEREKİYOR
Ahmet Türk, Osmanlı İmparatorluğu'nun tekçilik üzerine kurulduğunu belirterek, Türklük ve Türkçülüğün de o dönemde gündem geldiğini ifade etti. İttihat Terakki'nin ulus devlet mantığıyla birleştiği bir dönem olduğunu dile getiren Türk, "Bir ulus devlet yaratma mantığı, Kürtlerin, gayri Müslimlerin farklı inançlara mensup insanların büyük acılar çekmesine neden oldu. Sivas ve Erzurum kongrelerinde Kürtlere özerklik sözü verilse de daha sonra Mustafa Kemal'in İslam'ı esas alan projesi yürütülmüş, ancak Cumhuriyetin kuruluşundan sonra bu tamamen değiştirmiştir. Mustafa Kemal o dönemde, 'Vatan perverlik Türk olmaktan geçer' sözleriyle, o mutabakat tamamen ortadan kaldırıldı" dedi.

Kürtlere ve bu coğrafyada yaşayan insanlara yapılan haksızlıkların anlatılarak değişim ve dönüşümün yaratılabileceğini söyleyen Türk, bu nedenle demokratik bir geleceği içselleştirmiş olan değerli insanların, demokratların, aydınların başarabileceği bir şey olduğunu demokrasiye inanların bunu başarabileceğini belirtti. "Türkiye halklarının aydınlanması gerekiyor. Kürtlerin asla ve asla Türkiye'yi bölmek gibi bir niyetinin olmadığını, Kürt ve Türk halkının ortak demokratik değerlerde buluşması gerektiğini anlatmamız gerekiyor. Eğer gerçekten bir kucaklaşma istiyorsak, eşit yurttaşlık temelinde bir araya gelmenin, ancak Kürt sorununu çözeceğini, Türkiye'yi demokrasiye kavuşturacağını bilmek gerekiyor" diyen Türk, geçmişten bugüne kadar Kürtleri potansiyel tehlike gören siyasetin artık niçin Kürtleri düşmanlaştığını halkın çok iyi bilmesi gerektiğinin de altını çizdi.

BELGE: BU KONUŞMALARIN İÇİNDE KÜRTLER OLMAYACAK MI
Yazar Murat Belge ise demokrasi konusunda cumhuriyet tarihinde pek parlak sonuçlar olmadığına dikkat çekti. Demokrasisiz geçen bir cumhuriyetin olduğunu belirten Belge, bir tür diktatörlük altında yaşarken bu sefer popüler bir diktatörlük altında yaşam gibi bir şey sunduklarını dile getirdi. 14 Mayıs seçimlerine işaret eden Belge, diktatörlük altında bir seçim daha kaybedilirse iyi şeylerin olmayacağını dile getirdi. Belge, "Şu ortamda demokrasiyi konuşacağız ama bu konuşmaların içinde Kürtler olmayacak mı? Bunu anlamak çok zor geliyor bana" dedi.

ALPAY: CUMHURİYET KAPİTALİZMİ SEÇTİ
Gazeteci yazar Necmiye Alpay da bilim ve gerçeklik üzerine sunum yaptı. Gerçekliğin yok edilmesi için tüm araçların kullanıldığını söyleyen Alpay, pek çok kişinin anadilini bilmediğini, kullanmadığını belirtti diller arasında bağlantı kurulmadığını da ekledi. Cumhuriyetin kapitalizmi seçtiğini ifade eden Alpay, "Çok mücadele ettik ama yolun dönüp dolaşıp başına geliyoruz. Kapitalizmin bugün geldiği aşamada, sınıf çatışması temelinde toplumların geliştiğini düşünen akıma göre, sermaye birikimi belirleyici oluyor. Türkiye'de de aynı şey oluyor. Kapitalizm geliştikçe, sermaye işi zorluyor. Tek amaçları karı yükseltmek. Türkiye'de cumhuriyet, uzun süre devlet eliyle sermeye biriktirdi. Türkiye sermayesi emperyalistleşmeye başlıyor" dedi. "Şiddet" ve "Terör" kavramı üzerinde duran Alpay, "Devlet terörü, baskı, zulüm ve faşizan diyoruz ama en büyük terörist diyemiyoruz. Ondan söz edemiyoruz. Bu kavramın da içinde bulunduğumuz durumda ve önümüzdeki yüzyılda önemli kavramlar olacağını düşünüyoruz" dedi.

BAYDAR: TÜRKİYE DEVLETİ DEĞİL TÜRK DEVLETİ
Gazeteci yazar Oya Baydar, Misak-ı Milli kapsamında diğer halkların, toplulukların ve kimliklerin tanınmadığı bir cumhuriyet olduğunu belirtti. Cumhuriyetin ilanına giden süreci hatırlatan Baydar, 1920 Anayasa'sını hatırlatarak, sözlerini şöyle sürdürdü: "Kürt ve Türk halklarının kurucu olduğu bir model çıkıyor ortaya. Mustafa Kemal'in İzmir konuşması var, özerklikten söz ediliyor. 1923'e gelindiğinde Cumhuriyet ilan ediliyor. 1923 Anayasasında durum değişiyor. Artık Türkiye devleti değil, Türk devleti söz konusu. O zamandan Türklük üzerinden gideceği, ortaklığın gideceği anlaşılıyor. O dönem art arda çıkan isyanların etkisi var. 1925'e gelindiğinde, Kürt artık kurucu ortak olmak bir yana, bölünmez bütünlüğün tehdididir. Türkleştirilmek zorundadır. Bunun yolu da inkar, imha, Kürt kimliğinin inkarıdır. Bu koşullarda zor bir doğumla çıkan devletin baskıcı olması mecburi. Vatanın bölünmez bütünlüğünü ancak öyle savunabilir. 1930'lara gelindiğinde faşizan bir öz kazanmaya başlıyor. Bu sadece Kürtlerle ilgili bir mesele değil. 1915'lerle birlikte önce Ermenilerden, Pontuslardan kurtuluyoruz. Ama Kürtlerden kurtulamıyoruz. Türkleşmiyorlar. Ulus devletin Türklük üzerinden kuruluşu, bütün bu gelişmelere yol açıyor. Ulus devlet kuruluyorken, millet yok. Milleti de inşa etmek lazım. Nasıl bir millet yaratacağız? Makbul olan vatandaş, makbul olan vatandaş Türk'tür. 1950'lerle Demokrat Parti'nin iktidara gelmesiyle ayaklar baş oldu. Eğer yüz yıldır demokratik toplumun peşinde koşuyorsa, sadece Kürtlerin, diğer halkların değil, toplumun bütün kesimlerinin ittifakını sağlayamıyorsak, cumhuriyetin ideolojisi üzerinde düşünmek gerekiyor."

TÜRMEN: MİLLETİN BÖLÜNMEZLİĞİ NE DEMEK
Hukukçu Rıza Türmen, Türkiye'nin geldiği süreçte Demokratik Cumhuriyet Konferansı'nın düzenlenmesinin önemli olduğunu vurguladı. Türkiye usülü cumhuriyetin önemli bir özelliğinin vatandaşlık olduğunu belirten Türmen, "Bu vatandaşlık, farklı özellikleri görmezden gelir. Tek tip toplum yaratır. Vatandaşlık, bir ulus devlete aidiyetten kaynaklanır. Oysa vatandaşlık ulus devlete aidiyetten değil, haklar ekseninde ele alınması gerekir. Bunun için kültürel haklar da vardır. Bu anlayışı değiştirmek gerekiyor. Tek kimlikli anlayıştan, çok kimlikli bir vatandaşlık anlayışına geçmek gerekiyor. Bunun yaratılması Türkiye'de ağır yaralara yol açmıştır. Bu tek tipli vatandaşlıktan çok tipli vatandaşlığa geçerken, geçmişle hesaplaşmalı" dedi.
 
Demokrasi tartışmalarının devlet üzerinden değil halk üzerinden yapılması gerektiğine dikkat çeken Türmen, Millet İttifakı'nın metnini hatırlattı. İttifakın tek alternatifinin Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem olduğunu söyleyen Türmen, "Nasıl güçlendirilmiş? Yeni bir demokrasi lazım. Milletin bölünmezliği ne demek? Türkiye'de federasyonu savunmak suç mu" diye sordu.

LGBTİ+'LARA YER VERİLMEMESİNE ÖNDER'DEN ÖZELEŞTİRİ
Siyasetçi Sırrı Süreyya Önder, salondakileri Kürtçe selamlayarak sözlerine başladı ve cumhuriyet ve cumhuriyete ilişkisi olan her kesime demokratik cumhuriyet tahayyülü verilmiş LGBTİ kurum temsiliyetinin ıskalandığını söyledi ve şu özeleştiriyi verdi: "Kuvvetli bir özür ve yeni bir platformla bunun telafi edilmesi gerekiyor. Kimsenin hatırını yıkmak istemem ama devletin, iktidarın, son anayasa değişikliğinde kadın ve aile kurmak istediği ilişki, zindan ilişkisinden farkı yok. Düşmanlarınızı seçerken dikkat edin, ileride onlara benzeyeceksiniz."
 
'TÜRKLÜK BURAYA 159 ATLA GELMİŞ'
Önder, "'Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem', zayıfından ne hayır gördük. Binlerce insan toprağın altına girdi, zindanlara girdi, sürgünle sınandı, ortada zırh gibi kavram varken, bu tarihsel emeğe küfür etmektir. Kavramlar ve kavramsallaştırma çok önemli. Türklük buraya 150 atlıyla gelmiş. Silahları yok, mecalsizdi. Bir söz üzerine burayı yurt edinmişler. 72 millete bir nazarla bakarız demişler, bu çoklu bir yaklaşımdır. Türklük buraya geldiğinde, bugünkü kadar problemi çözüme uydurma gibi bir yaklaşım içinde değil. Bu mecalsiz düşmüş insanlara çok iyi geldi. Bununla burayı yurt edindi, cumhuriyet serüveni başlayana kadar. Bir oluşa işaret ediyorum. Teke indirgendi, silahla kendi birliğini sağlayamaz duruma geldi" dedi.

'BEDELİNİ HAYATLARIMIZLA ÖDÜYORUZ'
"Yurtta sulh, cihanda sulh"cümlesine işaret eden Önder, bu cümlenin önce İzmir İktisat Kongresinde sarf edildiğini söyledi ve şu ifadeleri kullandı: "Bu bir barış perverlik ifadesi değil. Batıya paylaşım savaşlarınızla ilgilenmeyeceğiz anonsudur. Bunun tarihsel anlamıyla aldığınızda böyledir, bununla cumhuriyet yüzyıllık bir avans almıştır. Kürtler bu ülkenin istikbalinde söz sahibi ve hisse sahibi olmak istiyorlar. Kimsenin hakkına göz dikmeden, bu hisse egemenliğin paylaşımıdır. Bunu cesurca, çerçevesini net çizerek tarif etmezseniz, bu tür panelleri izlemeye devam edeceksiniz. Egemenlik paylaşımında korkacak bir şey yok. Adını doğru koyalım, bundan fazla dayak yemeyiz. Kürt halkı ve etnisite demeyen sosyalist dostlarımız, bütün bu bilgiler için ağır bedeller ödemiştir. Bizim için hayati olduğu kadar kimse için değildir. Bedelini hayatlarımızla ödüyoruz."

İKİNCİ OTURUM: BAŞKA BİR CUMHURİYET MÜMKÜNÜ KONUŞUYORUZ
Demokratik Cumhuriyet Konferansı, "Cumhuriyet'in kuruluş dinamikleri" başlıklı ikinci oturumuyla devam etti.  Zerrin Kurtoğlu'nun moderatörlüğünde gerçekleştirilen oturumda, Özgür Öztürk, Hülya Osmanağaoğlu ve Ayhan Yalçınkaya sunum yaptı. Akademisyen Zerrin Kurtoğlu, Cumhuriyet ile birlikte tartışılan kavramlar üzerinde durarak, "Bu kavramların hiçbiri aslında cumhuriyet ürünü değil. Başka bir cumhuriyet mümkün sloganı altında konuşuyoruz. Gerçekten mümkün ama bunu gerçekliğe kavuşturmak için yüzyılın muhasebesini yapmak gerekiyor. Bu konuda ilgimi çeken toplumun sessizliğidir. Başına ne gelirse kabullenişidir" ifadelerini kullandı.

ÖZTÜRK: CUMHURİYETİN KURULUŞU SINIFSAL EGEMENLİĞİ FAZLA DEĞİŞTİRMEDİ
"Türkiye'de kapitalizmin 100 yılı" başlığı altında sunum yapan Barış Akademisyenlerinden Özgür Öztürk, Türkiye'nin yüzyıllık kapitalizm gelişimini anlattı. Öztürk, Türkiye'yi üçüncü kuşak sanayi ülkesi olarak tanımlayarak, "Türkiye'nin içinde olduğu üçüncü kuşak sanayi ülkeleri 1950'ler sonrası sanayileştiler. Birinci ve ikinci kuşak ülkeler, emperyalist ülkelerdir. Bir yandan sanayi ürünü satanlar, Osmanlı gibi ham madde ve sanayi ürünleri satanlar var. Dünya ekonomisiyle ilgili ticari burjuvazinin oluştuğunu görüyoruz. Cumhuriyetin kuruluşu sınıfsal egemenliği çok fazla değiştirmedi. Hukuksal açıdan birçok köklü yenilik ortay çıktı ama sınıfsal olarak çok şey değişmedi. Bu ilişkiden doğan egemen koalisyonu değişmedi. Aktörler değişiyor" dedi. Türkiye'de büyük sermaye egemenliğinin olduğuna dikkat çeken Öztürk, 12 Eylül döneminde önü açılan sermayeyle patronların o günden bu yana yüzünün güldüğünü belirtti. AKP döneminde ticaret ilişkilerine değinen Öztürk, "Türkiye'de üretim yapan sermaye gruplarının büyüdüğünü, artık yurt dışında üretim yaptıklarını görüyoruz. Ticaretten holdinge geçen bir sıçrama yaşandı. Türkiye'nin dünya ekonomisiyle ilişkileri de derinleşti" dedi.

OSMANAĞAOĞLU: AKP İKTİDARIYLA KADIN MESELESİ HER DAİM GÜNDEMDE
Hülya Osmanağaoğlu, "Cumhuriyetin kuruluş dinamiği olarak patriyarka ve feminist mücadele" başlığında sunum yaptı. Osmanağaoğlu, eşit temsiliyet için kürsüde iki erkeğin konuştuğu sürenin tamanının bir kadına verilmesi önerisinde bulundu. Osmanağaoğlu, feminist mücadelenin geldiği noktaya değinerek, eşit temsiliyetin önemine vurgu yaptı. Cumhuriyetin yüzyılının sonunda AKP'nin Anayasa değişikliği üzerinden amaçlarını irdeleyen Osmanağaoğlu, "Yaklaşık 30 yıldır, AKP 20 yıldır iktidarda ama 1994 seçimlerinden bu yana söylemek mümkün. AKP iktidarıyla kadın meselesi her daim gündemde. Bugün AKP eliyle Anayasa tartışmasında yaşıyoruz, İstanbul Sözleşmesi'nde yaşıyoruz. 1997-98 sürecinde de, 28 Şubat döneminde de kadınlar üzerinden tartışıyorduk. Bütün tarih yazımı da Cumhuriyetin kuruluşu dahil üzerine ağırlıklı olarak bu ikili üzerinden ele alınıyor. Kadınların eşit yurttaş ve vatandaş olması, laiklik tartışması olarak öne çıkıyor. AKP döneminin İslami baskı yönünden önemli sorunları olsa da sadece laiklik üzerinden kadınların cumhuriyette nasıl yaşaması tartışması iki şeyi beraberinde getiriyor. Bu topraklarda feminist mücadele ve Kürt kadın kurtuluş mücadelesi görülmüyor" dedi.

'FEMİNİST HAREKET VE KÜRT KADIN HAREKETİ YAN YANA GELDİ'
Feminist hareketi ve Kürt kadın hareketinin barış ve erkek şiddetine karşı yan yana geldiğini dile getiren Osmanağaoğlu, "İlk feminist yürüyüşü 50 kişiyle başladı, şimdi binlerle yürüyoruz. 2000'li yıllar boyunca erkek şiddeti, kadın cinayetlerini sorguladık, kadın cinayetleri politiktir dedik. Patriyarka nasıl ucuz emek haline geldi, AKP nasıl kendini bunun içinde inşa ettiğini konuştuk. Feminist mücadele ve Kürt kadın hareketinin kazanımları, İstanbul Sözleşmesi'nden imza çekildi, kayyımlarla Kurdistan'daki Kürt halkının, kadınların kazanımları talan edildi. Aynı şekilde şimdi bir anayasa değişikliğiyle kadınlar aileye mahkum edilmek isteniyor. LGBTİ'ler bizzat kriminalize ediliyorlar" dedi.

YALÇINKAYA: DİN  DEVLETE KARIŞMAMALI AMA DEVLET DİNE KARIŞABİLİR
İnançlar ve Cumhuriyet iki ana başlık üzerinde sunum yapan akademisyen Ayhan Yalçınkaya, Kürt ve Aleviler arasındaki bağ üzerinde durdu. Yalçınkaya, şunları söyledi: "Cumhuriyetten bugüne, din ile devleti düşündüğümüz her seferinde bir ikilik, bir gerilim, bir sorunun varlığının bağlamı içinde düşünüyoruz. Devlet şöyle, din böyle olmalı diyoruz. Öncelikle bu varsayımdan vazgeçmeli. Din ve devlet arasında bir çelişki olmak zorunda değil. Türkiye özgün bir örnek değil. Siyasal düşünceyi hızlıca kat ettiğimizde dinin devlet için olmazsa olmaz olduğu çok açık seçik biçimde ifade ediliyor. Cumhuriyetler için din prenslikten daha gereklidir. Cumhuriyetin dine kuşkusuz bir prensten daha fazla ihtiyacı vardır. Din yıkılırsa devlet yıkılır denir. Din devlete karışmamalı ama devlet dine karışabilir! Hukuk ile bağlanmış bireylerin bağlamı, bir topluluk oluşturmaz. Vatanperverlik, doğrudan doğruya dindarlık. Her devletin mutlaka bir dini vardır, din devletin temelinde yer alır. Dinin temelleri sarsarsa, devlet ortadan kalkar. Din ile devlet arasındaki ilişkin çatışmalarla yüklü, birbirinin yerine göz diken bir ilişki biçimi değil. Tam tersine iç içe geçmiş durumda. Birinin yüzü ötekinin yüzü. Komünistler, Kızılbaşlar, Kürtler din düşmanı ilan edilebiliyor. Din düşmanlığı devlet düşmanlığı sayılıyor."

ÜÇÜNCÜ OTURUM: CUMHURİYETİN ANAYASAL SERÜVENİ
Demokratik Cumhuriyet Konferansı, "Cumhuriyetin anayasal serüveni" başlıklı oturumla devam etti. Sevilay Çelenk moderatörlüğündeki oturumda, Murat Sevinç, Dinçer Demirkent ve Levent Köker'in sunum yaptı.

SEVİNÇ: 1921 ANAYASASI KÜRT SORUNUNUN BİR ÜRÜNÜ
Akademisyen Murat Sevinç, "1921 Anayasası: İmkan, ütopya, pragmatizm" başlığı altında sunum yaptı. Sevinç, 1921 Anayasası'nın önemine değinerek, "1921 Anayasası, Kürt sorunu olarak adlandırılan sorunun bir ürünü. Anayasa kısa bir anayasa, kısa sürede uygulanmamış. Nerede uygulandığı belli olmayan bir anayasa. Kürt siyasal hareketin daha çok ilgisini çeken bir anayasa. Kuruluş aşaması olduğu için, kısacık anayasanın yarısı yerel yönetimlere ayrıldığı için coğrafik gereklilikler göz önünde bulundurularak, muhtariyet kısmı ilgi çekiyor. 1921 Anayasası Kurtuluş Savaşı anayasasıdır. Yerel, yerelleşme meselesi bununla sınırlı değil" diye belirtti.

1921 Anayasa'sının yapım aşamasına değinen Sevinç, "Halkçılık düşüncesi. Meclise ilk geldiğinde de halkçılık projesi olarak geliyor. 4 maddelik halkçılık olarak geliyor ve kabul ediliyor. Bir başka gerekçe, Bolşevizm. Bolşeviklerle ittifak halinde yürütülen bir mücadele var. Kazım Karabekir'in öven konuşması da var. Bir başka gerekçe, yerel kongre iktidarları. Bu kongreler, o kadar güçlenmiştir ki savaş sürerken yerel kongreleri merkezi bir çatı altında toplamak. Bu kadar güçlü bir yerel örgütlenme var. Hangisi daha çok öne geçirilmeli üzerine çokça tartışıldı" diye anlattı.

'TÜRK YOKTUR TÜRKİYE VARDIR'
Anayasa'nın Kürtlerle bağı üzerinde duran Sevinç, şunları söyledi: "Birlikte sürdürülen bir Kurtuluş Savaşı söz konusu. Türkiye hükümeti, Türkiye devleti kullanılmıştır. 1921 Anayasası'nda Türk yoktur, Türkiye vardır. 1924'ten sonra yoğun olarak kullanmaya başlandı. Bunun için iki belge var. 2000'e Doğru'nun yayınladığı belgesinde, 1987'de yayınlanan belgede, Lozan'a verilen arada, Mustafa Kemal'in İzmit'te, 'Her yerde Kürtler var, bazı yerlerde yoğun olarak yaşıyorlar, federasyon gibi çözümler Türklüğü mahvetmektir' diyor. Buradan anayasanın yapımında tek gerekçe Kürtler olmamakla birlikte, en azından düşünüldüğünü, kullanıldığını çıkarabiliriz." Belgelere göre kurucuların kafasında güçlendirmenin olduğunu dile getiren Sevinç, "Bir önceki anayasanın çöpe atılmasından söz ediyoruz. 1924 Anayasasında öyle sayılır. Aynı şey sayılır denilerek, tamamen gündemden çıkılmış, merkeziyetçi yapıya düşünülmüştür" dedi.

DEMİRKENT: HALKLARIN KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKI BİR DAHA ANAYASADA YER ALMADI
"1924 Anayasası: 'İmkanı kapatan ikinci kuruluş mu?" başlığı altında konuşan akademisyen Dinçer Demirkent, Cumhuriyet'in yüzüncü yılına girerken yeni bir başlangıç üzerinden tartışmaların önemli olduğunu söyledi. 1921 Anayasasının önemli yeni bir başlangıç olduğunu ancak Cumhuriyetin altı maddelik anayasa üzerinden kurulduğunu belirten Demirkent, "1921 anayasasının birinci maddesinin ikinci cümlesi, halkın kendi kaderinin tayin hakkıdır. Bir daha bu madde hiçbir anayasada yer almadı. Bütün Anadolu'da bu dönem raporlar yazılıyor, sunuluyor. Bu raporların temelinde hangi millet en çok nerede? Milletlerin sicillerini ortaya koyan, bir biriyle karşılaştıran bir rapordu. Sonuçları tahmin edersiniz, Kürtlerin karakterlerine ilişkin görüşler var. 1921 anayasasında var olan haklın kendi kaderini tayin hakkı, o dönem çok yaygın bir görüş. Lozan görüşmelerinde de bu vurgulanır" diye belirtti.

'ARTIK EGEMENİN KİM OLDUĞU KARARI 1924 ANAYASASIYLA VERİLİYOR'
1924 Anayasası'nın 1920'nin temel mevzularının tartışılmadığını belirten Demirkent, sözlerini şöyle sürdürdü: "Ülke nüfus ve egemenlik bakımından doğrudan saf siyasi temsilin olduğu bir egemenlik kuruldu. Doğrudan demokrasiye yol açan madde değiştirildi. İkinci olarak 1924 Anayasası'nın 11'inci maddesinden sonra olan kısım hiç tartışılmadan vesayet ve hiyerarşi usulüyle kabul edildi. Halkın kimliğine ilişkin ciddi bir tartışma yürütüldü. 88'inci madde bugünlerde de gündeme geliyor. O maddede bugün 1982 anayasasında 'Türktür' maddesinin, 'Türkiye devletine vatandaşlık bağı olan herkes Türktür' maddesi eklenir. O madde tartışılırken, Ermenilere Türk diyebilir miyiz? Onlara Türk dersek, uluslararası hukukta sıkıntılar yaşanabilir. Artık egemenin kim olduğuna ilişkin kararın 1924 anayasasıyla verildiğini görüyoruz. Meclis olmanın ve mebus olmanın yarattığı güç var. 1924 Anayasası bir yanıyla arada duran gibi görülür. 1923'te kurulan ikinci meclis, acaba kurucu meclis miydi? Herhangi bir anayasa önerisi gelmeden, Anayasa Komisyonu anayasa yapım sürecini başlatıyor. Nüfusa, ülkeye ve egemenliğe ilişkin yeni bir siyasal karar var, bu da anayasal yansıması olarak ortaya çıkıyor. Devletin kuruluşunu belgelemek değil, ikinci bir kuruluş belgelemek adına yapılıyor. 1928 değişikliği, Cumhuriyetin en önemli adımlarından biri olarak gördüğümüz ilkeler tanımlanıyor. Anayasadaki bütün dini ifadeler çıkarıyor, kadınların seçme ve seçilme hakkı giriyor. 1937 değişiklikleri, partinin ilkelerinin anayasaya girmesidir. Parti ve devletin özdeşlemesi var. Bu parti dışında her şey yasaklamaya muktedir."

KÖKER: BDP'NİN MUHTEYEM BİR ANAYASA ÖNERİSİ VARDI, GÖRÜLMEDİ
Levent Köker, 1961 ve 1982 Anayasalarının Demokratik Cumhuriyet açısından eleştirisi" başlığı altında sunum yaptı. Yeniden inşa süreci üzerinde duran Köker, şunları söyledi: "Yeniden inşa gerçekten ciddiye alınmalı. Bu konferans bunun neden ciddiye alınması gerektiğini gösterdi. Hukukta bir prensip var, kanunlar anayasaya aykırı olamaz. Normlar birbirini doğurur. Anayasanın da üstünde bir norm yok mudur? Vardır. Normlar olması gerekeni ortaya koyar. Türkiye Cumhuriyeti'nin, 1924, 1960, 1982 anayasasının normlarını arıyorsanız, 1921 olabilir. Bir toplum oturur, kendi kimliğinin ne olduğu üzerine bir karara varır, dostunu ve düşmanlarını da tanımlar, anayasal düzenini inşa eder. Tarihten bu anlamda kaçamıyoruz. Saltanatı kaldırdığınız zaman elimizde bürokrasi ve Türkiye ahalisi var. Bu bürokrasi de askeri bürokrasidir. Demokratik cumhuriyeti inşa etmek istiyorsak, zaten elimizde muazzam birikim var. Anayasa modeli ana hatlarıyla çıkarılabilir. Anayasa Uzlaşma Komisyonu zamanında da (2007) kırmızı çizgiler var. O çizgilere baktığımız zaman BDP'nin muhteşem anayasa önerisi vardı. Bugün nasıl HDP görülmüyorsa, o dönemde BDP görülmüyordu. Kırmızı çizgiler dedikleri 1924 Anayasa'sında yer alan, Türk milliyetçiliği var. 'Türk milliyetçiliğinden haz ve ilham alarak…' diyor. Anayasanın içinde bakarsanız, temel hak ve hürriyetlerinin sınırlandırılmasında, kamu yararı gibi kavramlar var. 1971 müdahalesi olunca, 'Türk milletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü' deniliyor."

Hak ve özgürlüklerin rafa kaldırılması için "Türk milletinin ve ülkesinin bölünmezliği" kavramının, minarenin kılıfı olduğunu dile getiren Kökler, "Burada değiştirmesi gereken bir şey var. Milliyetçiliğin akademik olarak tanımı var. Akademik anlamda milliyetçilik homojen bir varlık olarak milletin tekçi devlet ile beraberliğini anlatır. Bu beraberlik varsa, milliyetçiler bunu muhafaza etmeye çalışırlar. Bunun tarihsel arka planı var. Hepsinin bağlandığı nokta, hemen hemen aynı yer. 1961 ile 1982 anayasası arasında ne gibi farklar var? İkisi de askeri darbe sonrasında yapıldı. Bu bile başlı başına iki anayasanın devlet tarafından yapıldığını gösteriyor. Devlet başkanının seçimle iş başına geldiği, cumhuriyet olan bir devlette anayasayı yapan güç padişah olmayacağına göre, bunu toplumun yapması lazım. Toplum ortada olmadığı için devlete göre, bunu askerler yapıyor" dedi.

Çıkışın kolay olmadığını belirten Köker, "Demokratik cumhuriyet, hiç bir şey bilmiyorsan, güzel bir hukuk devletini, gerçek bir kuvvetler ayrılığını anlamalıyız. Kürt meselesine girmeye gerek yok. İyi işleyen bir hukuk devletinde hangi normlar varsa, onları kabul etmektir. Uluslararası sözleşmeleri, yerel yönetimlerle ilgili, yerel dillerle ilgili bütün şartları kabul etmeliyiz. Bunları çekincesiz kabul ettiğimiz zaman, demokratik cumhuriyet yönünden adım atmış olacağız" dedi.

KONFERANS BUGÜN DE DEVAM EDECEK
Konferans, bugün "2. yüzyıla girerken: Demokrasi ve Cumhuriyet", "Demokratik Cumhuriyet ve siyasal-toplumsal güçlerin mücadele arayışı" ve "Nasıl bir gelecek, nasıl bir Cumhuriyet?" başlıklı oturumlarla devam edecek.