29 Eylül 2024 Pazar

Çınar Köknar yazdı: İdeali kuşanmak

Ütopya 'olmayan yer'di. Marks ile ütopya mekan kazandı. Orası bütün yeryüzüydü. Nasıl inşa edileceğini de Marks bilimsel temellere dayalı teorisiyle ortaya koydu. Varılacak, kurulacak, inşa edilecek yerin alınlığında "komünizm" yazıyordu ve ezilen insanlığın zafer taklarıyla çerçevelenmişti. İnsanlığın aşılamayan ufku olarak o ideali kuşananlar geri dönmeyi, tereddüt etmeyi, yaşam ölçülerini düzeniçileştirmeyi reddedenlere ne mutlu.

Thomas More'un gençliği manastırda geçti. Oranın yarı komünal yaşam tarzından o kadar etkilendi ki "Ütopya"sında bir tür manastır hayatı tasvir etti. Esneklikleri ve ilkeleri iç içeydi ve ikincisi uğruna ölüm kapısını çaldı. VIII. Henry'nin eşini boşayabilmesi için ülkenin dinini değiştirmesine prensip olarak karşı çıkmıştı.

"Ütopya" kadim bir arayış. Sınıflı toplum düzenleri boyunca pek çok örneği var. Dinlerde de komünal yaşamı savunan gruplar oldu. Yahudilikte 'Esseniler' bunlardandır ve İsa'nın da ilkin o cemaatte olduğu düşünülür. Kimi Hristiyan mezheplerinde ütopya arayışı hep oldu. İslam'da, kimi iktidar dışı yapılanmalar bunun için çabaladı. Hatta "zenc" hareketi olarak çölün ortasında komünal bir devlet kurdular ve uzun süre yaşattılar.

Avrupa'daki ütopya arayışlarında manastırlardan çıkan ve Paraguay'da bu hayali hakikat kılmaya çalışan Cizvitler, Boston'da aynı amaçla yol alan Püritenler vardı. Kapitalizm ve sömürgecilik, zamanla bu çabayı kendi çıkarları için istismar etti. Ancak arayış sürdü.

Ütopya arayışı kapitalist yağmaya karşı yer yer nostaljik bir direniş isteğiydi. Ancak bedeli ağır ödenen bir arayıştı. "Güneş Ülkesi"nin yazarı Tommaso Campanella engizisyonda yargılandı, zindanda yıllarını geçirdi, pek çok işkence gördü.

Marksizm dolayımı ile bildiğimiz Owen, Fourrier, S. Simon benzer bedelleri ödemediler ancak onlar da o işaretleri takip etti. Bu isimler kendilerini "sosyalist" sayıyordu ve ilginçtir onları "ütopik sosyalist" olarak niteleyen ve elbette küçümseyen Proudhon'du.

Marks'ta teorik eleştiri olmakla birlikte ütopyacıları küçümseme yoktu. Çünkü o geçmiş bütün birikime yaslanan, onlardan alabileceğini alan dahiyane bir sentezcidir.

Ütopyacılar, pek çok eksikliklerine rağmen birer yeni hayat tasarımıdır. Çoğu kez paranın olmadığı yeni bir toplum tasavvur edilir. Ancak pek çoğunda mesela 'köleleri' de vardır. İlk kez Marksizm ile bu anlamda kölelerin-sömürünün bulunmadığı eşit ve özgür bir toplum tasavvuru olarak komünizm, maddi-teorik gerçekleşme imkanlarıyla beraber ortaya kondu.

Ütopya, gelecek tasarımı, özgür bir hayat tasavvuru, hayal gücünü de gerektirir, bir soyutlamadır. İdeal ve dolayısıyla ideali hayata geçirecek yeni insan iç içedir.

Devrimler tarihi ve onun bugünkü takipçileri olan devrimciler, teorik zeminini Marks'ın kurduğu o geleceği inşaya girişti; halihazırdaki mücadele de bunun devamı. Dolayısıyla öznelerin zayıflığı güçlülüğü, azlığı çokluğu bu bahiste nihai değerlendirme ölçüsü değildir ve olamaz.

Nazım'ın ömrünü hesaba çektiği dizelerden birine atıfla, "olduğu safta olmak", buradan bakan, zamanı ve hayatı buradan okuyan birey için evvela bir büyük saadettir. Devrimci bir hayatı seçmek, bu nedenle o andan itibaren elini kirletmeden, ruhunu yaralamadan bu dünyadan geçip gitmeyi göze almaktır.

"Göze almak"tır çünkü bencilliği insanın etine kemiğine dek işleyen kapitalizme yenilmemek, hayatı büyük yaşamak ama bir o kadar da sade gerçekleştirmek herkesin bir şey olmaya, hatta bir şey olmaya çalıştığı bu düzene zihnen ve kalben karşı koymak, böyle bir bakış açısı gerektirir.

Siyaseten "devrimci olmak" özellikle bu coğrafyada çok kolaydır. Sayısız çelişki ve çatışmadan biri gelir sizi bulur, yüreğinize devre, onurunuza dokunur. Vicdanınızı kanatır ve bir dakika düşünmeden devrimcileri bulur, onlara katılır, bunun asgari gereklerini yerine getirirsiniz.

Devrimciliği yaşam biçimine, hayatın her alanına yaymak, şu fani dünyanın bütün hırslarından kurtulup aklen ve kalben "devrimci olmak" ise pek kolay sayılmaz. Sebat, süreklilik, kesintisiz devrimcilik, her şart altında iyimserlik ister, "bir tas çorba" ister, bir küp altın olsun hiçbir nedenle kapitalizme bulaşık bir hayat yaşamama kararlılığı idealle özdeşleşmeyi gerekli kılar. Söz gelimi "Baranlaşma"yı bu parametreler üzerinden okuduğumuzda karşımıza yeni kapılar açılacaktır. Her birimizin kendimize soracağı yeni sorular da olacaktır bunun yanında.

Birey ve idealin özdeşliği, bireyin hareket halindeki ideale dönüşmesidir. Asgari ölçülerin tutturuluşu bu özdeşliğin tökezlemesi, ayrışması imkansızdır. Mesela, çok bilinen "30 Simurg Anka Masalı"ndaki gibidir zira.

İnsan, stratejik düzeydeki seçimlerini, öncesindeki düşünce ve davranış pratiği ve eğilimi ile bizzat hazırlar. Geriye düşmek, kendine ve düzene dönmek, hatta bazı hallerde karşıtına dönüşmek bu anlamda adım adım inşa edilir. Kaynağında özdeşleşememe vardır.

İdeali kuşanma, onu hayatında, ilişkilerinde ve pratiğinde temsil etme kabiliyetini edinerek geliştirme başarısı, dar zamanlarda daha bir anlamlıdır. Devrimci olmakla 'eskimiş devrimci olma'nın pek çok zaman baş başa gittiği bir coğrafyada bunu sağlamak, mücadelenin saygınlığını da yüksekte tutmak demektir.

İdeali hakikate dönüştürmek bilinmez geleceğin meselesi değildir. Esasta kolektif ortamla olmak üzerine olanakla bütün ilişki düzlemlerinde ve mekanlarda bu hedef doğrultusunda çalışmak, sonuç almak mümkündür. Aksi durum, ideali idealize etmek biçimindeki, nihayet hareketsizliğe yol açtığı kesin olan mükemmeliyetçilik duvarına çarpmaktır. Oraya pek çok mevzii mücadeleleriyle varılacağı için, her mevzi başarı bir tür zafer hissi yaratacaktır ki bu gayet kıymetli bir kazanımdır.

Ütopya 'olmayan yer'di. Marks ile ütopya mekan kazandı. Orası bütün yeryüzüydü. Nasıl inşa edileceğini de Marks bilimsel temellere dayalı teorisiyle ortaya koydu. Varılacak, kurulacak, inşa edilecek yerin alınlığında "komünizm" yazıyordu ve ezilen insanlığın zafer taklarıyla çerçevelenmişti. İnsanlığın aşılamayan ufku olarak o ideali kuşananlar geri dönmeyi, tereddüt etmeyi, yaşam ölçülerini düzeniçileştirmeyi reddedenlere ne mutlu.