27 Eylül 2024 Cuma

2023 depreminin altında devlet kaldı, katledilen halk oldu

Erdoğan'ın yalanlarına ve ağzından köpükler saçarak savurduğu tehditlerine rağmen, 2023 depreminde enkaz altında kalan devlet yenilgisinin intikamını Antakya'yı yerle bir ederek alacak. Eline geçen bu fırsatı değerlendirerek TOKİ'ler dikecek, kentin demografik yapısını bozacak, bugünün Sur'unu yaratmak isteyecek. İlk gün halkın çağrısına yanıt veren devrimciler, sosyalistler, demokratik kitle örgütleri "şimdi dayanışma zamanı" sloganını bir üst aşamaya geçirerek birleşik mücadeleyle bu saldırıyı püskürtebilir.

"Benim sevdiğim burada, enkaz altında O'nu nasıl bırakıp gideyim? Cenazesini alamadım, burası mezarı oldu. Nereye gideceğim?" Antakya'da depremin ardından enkaz başından ayrılmayan birine neden orada durduğunu sorduğumda aldığım yanıt buydu. Henüz bu cevabın acısı geçmeden bir başkası birlikte olduğum gruba gelerek, "Buraya AFAD gelmedi, kimse gelmedi. Çıkarken battaniye vardı, kaldı orada çıkamadı. Belki ölmemiştir bir nabzını dinleseniz. Sesi kısılmıştır belki bize seslenemiyordur bir baksanıza" dedi. Koşarak gittik enkazın altına depremin başlamasıyla zemin katta oturan aile hızla evden çıkmak istemiş, bir tek amca çıkabilmiş. Son gördüğü sahne de arkasını döndüğünde üzerinde battaniye sarılı yakını. Tam çıkacakken merdiven çökmüş orada hayatını kaybetmiş. Bunun gibi sayısız örnek sıralayabilirim...

Deprem akşamı hızla ESP ve Devrimci Parti'nin heyetiyle Antakya'ya gittik. Bilimkurgu dizilerinin vazgeçilmezi kıyamet senaryolarını aratmayan sahneleri gördük, yaşadık. İstanbul'dan Antakya'ya kadar yol boyu karşılaştığım manzaranın kent içinde daha da ağırını gördüm. Cadde boyunca karşılıklı tamamen yıkılan evler, üzerine enkaz düşen arabalar, cadde üstünde trafikte duran arabalar, enkazların başında ateş yakıp ısınmaya çalışanlar, enkazı mezar sayıp başından ayrılmayanlar, çocuğunun görünen saçını sımsıkı avucunda tutup yas tutanlar, yolda karşılaştıklarını kollarından sürükleyerek enkaz başına götürüp kazmasını isteyenler, evladı yerine koyduğu kedisini, köpeğini, kuşunu enkaz altında çıkarmaya çalışanlar, çıktığında ise gözyaşlarını tutamayanlar...

Deprem sonrası alışık olduğumuz ve beklediğimiz üzere AKP/MHP faşist iktidarının sözcüleri ekran karşısında yalanlarını sıralamaya başladı. Seferber olmuşlar, tüm kuvvetlerini deprem bölgesine yığmışlar, kimse mağdur olmamış, yardım gitmeyen nokta kalmamış. 5 gün boyunca sokak sokak gezdiğim Antakya'da ihtiyacı olanlara ulaşan bir devlet yardımı görmediğim gibi, OHAL ilanıyla kente yığılan askerlerin de uzun namlulu silahları halka doğrulttuklarına, akaryakıt istasyonlarında nöbet tuttuklarına tanıklık ettim. 5 günü özetlemem gerekirse; 2023 Kürdistan ve Suriye depreminde devlet enkaz gibi halkın üstüne çöktü, katledilen, ölüme terk edilen  ve ihmal edilen ise halk oldu. Binbir ihmal ve kayıtsızlıkla davranan devletin ilk yaptığı enkaz altında can çekişen ve kurtarılmayı bekleyenlere sela okutması oldu.

Deprem sonrası yaşayan çok sayıda kişi enkaz altında kurtarılmayı bekledi. İnsanlar seslerini bir şekilde duyurdu ancak onları çıkaracak ne ekip, ne de ekipman mevcuttu. Depremden sağ kurtulanlar çıplak ellerle enkazları kazmaya, sevdiklerini çıkarmaya çalıştı. Nafile... Gözlerimizin önünde çok sayıda çıkarılan cansız bedenler sarıldıkları battaniyelerle sokak ortasında bekletildi. Cenazeleri alacak ne bir devlet yetkilisi, ne bir görevli vardı ne de cenazeleri muhafaza edecek bir morg tesis edildi. Cenazelerin gömülebilmesi için adli tıp ekibinin inceleme yapması ardından savcılığın onay vermesi gerek; depremin ardından ilk saatlerde bu prosedür telefonla gerçekleşirken, sonraki günlerde savcı artık, "benden izin almanıza gerek yok" dedi. Cenazeler kepçeyle kazılan toplu mezarlara, battaniyeye sarılarak defnedildi. İsim yerine mezar taşı niyetine dikilen tahtalara sadece rakamlar yazıldı. Her fırsatta din edebiyatı yapan bu devlet ve Diyanet İşleri ihmal sonucu yaşamını yitiren vatandaşlarına dini ritüeli de çok gördü, inançlarını da ayaklar altına aldı. "Şanslı" olup gömülenlerin yanı sıra hala enkaz altında bekletilen cenazeler ise 3. günün ardından kokmaya başladı, enkazların önünden, yanından geçerken burnunuza gelen koku baş döndürmeye, gözlerin kararmasına, mide bulantısına yetecek duruma geldi. Şaşırmamak gerek zira canlıya saygı duymayan bu iktidar ölüye mi saygı duyacak!

Ağızlarından köpükler saçarak, "seferberlik ilan ettik, provokatörlere aldanmayın" diyenleri doğrulayalım. Evet ilan edildi, AFAD canhıraş çalıştı zenginlerin mahallesinde, AKP/MHP faşist iktidarına oy çıkan bölgelerde. Bulunduğumuz Harbiye/Karye mahallesine depremin ikinci gününün akşamı içme suyunu devrimciler ulaştırdı. Gün boyu enkaz başlarında nöbet tutan mahalleli akşamları taziye evinin bahçesinde yaktıkları ateş başında ısınmaya çalışıyor, daha sonra da sınırlı sayıda battaniyelere sarılarak uyuyordu. Hızla örgütlenen sosyalistler mahallenin ihtiyacını karşılarken, alt sokaklarda yıkılmayan evlerin olduğu bölgelerde AFAD "çalışmaya" başlamış, evi yıkılmayanlara çadır dağıtıyordu. Ateş başında ısınmaya çalışan bir teyze şu sözlerle özetliyor yok sayılmalarını: "Devlet nasıl bilmez, görmez bizi. Bal gibi de biliyor ama buradan AKP'ye oy çıkmadı. Seçim zamanı yine gelecekler buraya o zaman da biz, bizi yok sayanları unutmayacağız."

Armutlu, Harbiye, Hancağız, Hüseyinli mahalleleri, Uğur Mumcu Meydanı; İskenderun'da HDP, ESP, Devrimci Parti, TÖP, SYKP, Mücadele Birliği, Kaldıraç, Alınteri, Bağımsız Maden-İş, İnşaat-İş, Limter-İş, LC Waikiki direnişçileri, Koç Üniversitesi Hastanesi direnişçileri, Umut-Sen, Komünler, SGDF, Dev/Yapı-İş, TKP, Halkevleri, EMEP, SODAP, TTB, barolar ve unuttuğum çok sayıda devrimci, demokrat, sosyalist yapı, devletin kaderine terk ettiği halkla dayanışma içinde yaraları sarmaya çalıştı. Kimi arama-kurtarma çalışmalarına kendi canlarını hiçe sayarak ekipmansız katıldı, kimi sıcak çorba dağıttı, kimi su ihtiyacını karşıladı ama örgütlü bir şekilde devletin aksine halkın yanında oldu. Kente yığılan askerler akaryakıt istasyonlarında silahlarla nöbet tutarken onlar depremden sağ kurtulanlar hipotermiden ya da salgın hastalıktan yaşamını yitirmesin diye mücadele etti.

Bir yandan da kentte baş gösteren ırkçılığa karşı mücadele başladı. '99 depremindeki yağmacıları unutanlar, deprem esnasında pijamayla sokağa koşanların ve aç bırakılanların marketlerden aldığı birkaç yiyeceğin derdine düşüp Suriyelileri hedef gösterirken, devrimciler ve Suriyeliler birlikte katıldıkları çalışmalarla yanıt verdi. Antakya halkı ve dayanışma içinde olanlar bir doğal afet olan depremin değil sermayeden yana rant politikalarının kendilerini sokağa mahkum ettiğini, onbinlerce insanın ölümüne neden olduğunu çok iyi biliyor.

Antakya tamamen yok oldu. Devlet, uzun zamandır demografik yapısını bozmak için uğraştığı kentte fırsatı eline geçirdi. Geçmiş örneklerin deneyimiyle kentte sağ kalan binaları da tamamen yıkarak TOKİ'ler dikecek, özellikle devrimci geleneğin yer edindiği mahalleri bölerek dayanışmayı ortadan kaldıracak, biat kültürünü yaratacak. Birkaç gün sonra kente yığdığı askerlerle dayanışmayı örgütleyen devrimcileri, demokratik kitle örgütlerini bertaraf ederek yardımlara el koyacak, her şeyi kendi yapmış gibi lanse edecek. Birleşik İşçi Hareketi'nin "şimdi dayanışma zamanı" sloganını düstur edinip, birleşik mücadeleyle bu saldırılara karşı çıkma zamanı. Aksi halde Antakya da bugünün Amed'i, Sur'u olacak...